Because just like the moon has fallen
You let go of me too
Hayatım konusunda tavsiye almayı ve başkalarının hayatlarına tavsiye vermeyi asla sevmedim. Ne yapacağımı bilmediğim anlarda bile içimden geleni yaptım. Yanlış da yapsam doğru da yapsam içimden geleni yapmış olacaktım çünkü. Birilerini kararlarım için suçlayamayacaktım. Herkes kendi hayatını düşünüyor bu dünyada ve o kadar benciliz ki aslında. Sadece bunu gizlemeyi iyi başarıyoruz.
Hayatımızda haksızlığa hiç uğramamış olmak gibi bir mevzu söz konusu olmuyor. Mutlaka biri bize haksızlık yapıyor, mutlaka birilerine haksızlık yapıyoruz. Ve bunu o kadar günlük hale getirdik ki bundan gram utanmayan, öylece suçu başkasına atan koca bir güruh var. Ben elimden geleni yapıyorum haksızlık sözcüğüne karşı koymak için. Eğer öyle bir şey yaptıysam da bir yolunu bulmaya çalışıyorum telafi etmenin.
İçten içe suçunuz olmadığını hissettiğiniz oldu mu hiç? Karşınızda çok güvendiğiniz biri sizi suçlarken masum olduğunuzu bile bile suçu kendinizde bulmayı denediniz mi? Ama lafı ne kadar dolaştırırsanız dolaştırın bir şekilde suçsuz olduğunuzu, belki de sorunun aslında karşınızda durduğunu fark ettiniz mi? Bunu fark etmek, dev bir hayal kırıklığı. Bunu fark edince daha çok sorguluyorsunuz bir şeyleri çünkü. Halının altına süpürülen tüm her şey öyle bir konuluyor ki önünüze, tamam diyorsunuz. Benden bu kadar, artık dayanamıyorum.
Değiştirmeye çalışmadığınız, hatta o gördüğünüz haliyle sevdiğiniz kişinin birdenbire değiştiğini görmek de bundan farksız aslında. Sadece bir kat fazla hayal kırıklığı eklenmiş oluyor. Ne olduğunu, niye böyle olduğunu sorgulamaya başlarsanız beyniniz alarmları aktif hale getiriyor. Bunun etkisi bende ısınmış bir alın, dokunulsa gerçekten sırf dokunulsa bile ağlayacak duruma gelen bir beden şeklinde ortaya çıkıyor. Sessiz kalmanın hiçbir şeyi çözmeyeceği bir hayatta sessiz kalmaktan daha iyi bir seçenek bulamıyorum.
28 Nisan 2018 Cumartesi
5 Nisan 2018 Perşembe
05.04.2018
I gotta let you know
That I need to let you go
Şimdi bir itirafta bulunarak başlamak istiyorum bunu yazmaya. Şimdiye dek yazdığım her kelimeyi hissettiğim için yazdım. Tek bir uydurma his yazmadım hatta şimdiye dek hiçbir yere. Ama bu sefer hissetmediğim ve bahsetmeyi deli istediğim bir konuya değineceğim.
Birinden vazgeçmenin zamanının geldiğini hissedersiniz. O kişiyi artık bırakmanız gerekiyordur çünkü bir şekilde ne onu esir tutabilirsiniz ne de siz artık o kafesin anahtarını cebinizde saklayabilirsiniz. Bu, anahtar ağırlık yaptığından mı oluyor yoksa insanlar arasındaki sevgi gerçekten bitrebiliyor mu bilmiyorum. Benim bitmedi mesela. Tuhaf geliyor bu yüzden. Sevgi dediğimiz şeyin bir boyutu, şekli veya miktarı olduğuna inanmadım hiç. Bence herkesin sevgisi kendine göre sınırsız kalmalı. Şu kadar sevmek lafından hoşlanmıyorum pek. Sınırsız bir şey bitemediğinden belki benim sevgimin de bitmemesi.
Umut barındıran şeyler yazma günümde değilim yine de. Bırakmak demiştim, daha doğrusu bırakmak zorunda kalmak. Gitmesine izin vermekle aynı şey değil bu. Ki ben gitmesine izin vermenin bir miktar daha fazla acı içerdiğini düşünüyorum. Çünkü eğer bırakmanız gerekirse bıraktığınız kişiyle paylaşıyorsunuz yaşadığınız acıyı. Gitmesine izin vermekse zaten gitmek isteyen, gitmesi gereken birine sadece kapıyı açmak oluyor. O kapıdan zorla itmiyorsunuz onu dışarıya. Kendi rızasıyla çıkıyor, bu yüzden aslında eminsiniz de geri gelmeyeceğinden. Onu iterek, kovarak ona da hissettirmeniz gereken o olağandışı acıyı tüm bunları kendinize saklayarak tek başınıza hissediyorsunuz.
Şimdi bir düşününce kulağa sadistçe geldiğinin farkındayım ama gitmesi gereken birini öylece esir alamazsınız işte. Bu sadece mutsuzluğu getirmiyor. Bir ton berbat his var beraberinde taşıdığı. O yüzden eğer varsa öyle bir acınız, gitmesi gereken biriniz, bırakın gitsin. Gitmesi gereken insanlar kapıyı kendileri açamaz hiç. Gitmenin onun için de iyi olacağı insanlardan bahsediyorum. Çünkü insanlık olarak tuhaf bir varlığız. Birini sevdiğimizde ilk düşündüğümüz şey o kişi oluyor. Kendimizi boşverip tamamen bambaşka bir varlığa odaklanıyoruz. Bu yüzden gitmek sevdiğiniz kişi için iyi olacaksa kapıyı açmanız lazım.
Tavsiyeleri sevmem, asla birinin bir karar vermesine sebep olmaktan hoşlanmadım. Bu yüzden nasıl hissediyorsa onu yapmasını söylerim benden tavsiye isteyen birine. Ben de öyle yapıyorum çünkü. Bazı kapıları kendim açmam gerekti, bazen kapıyı açtım gidebilsinler diye. Bu bir zarar olarak değil aksine dev bir yarar olarak geri dönüyor bana.
Sonucundaki mutluluk tartışılır. Yararın mutlulukla eşdeğer olmadığını bilmenizi isterim. Çoğunlukla da bize zarar veren şeylerle mutlu oluyoruz zaten. Yine de bırakmak lazım bence, bilmiyorum. Bir şeyleri çok zorlamanın, sonucunu çok net görebildiğiniz bir şeyi devam ettirme çabasının boş olduğunu düşündüm hep. Kalbinizin bileceği bir şey bu. O yüzden doğru düzgün kullanmayı planlamadığınız, çünkü muhtemelen kullanınca üzüldüğünüzü düşündüğünüz kalbinizi bir kullanmayı deneyin derim ben. Her şeyin anahtarını o tutuyor çünkü elinde.
That I need to let you go
Şimdi bir itirafta bulunarak başlamak istiyorum bunu yazmaya. Şimdiye dek yazdığım her kelimeyi hissettiğim için yazdım. Tek bir uydurma his yazmadım hatta şimdiye dek hiçbir yere. Ama bu sefer hissetmediğim ve bahsetmeyi deli istediğim bir konuya değineceğim.
Birinden vazgeçmenin zamanının geldiğini hissedersiniz. O kişiyi artık bırakmanız gerekiyordur çünkü bir şekilde ne onu esir tutabilirsiniz ne de siz artık o kafesin anahtarını cebinizde saklayabilirsiniz. Bu, anahtar ağırlık yaptığından mı oluyor yoksa insanlar arasındaki sevgi gerçekten bitrebiliyor mu bilmiyorum. Benim bitmedi mesela. Tuhaf geliyor bu yüzden. Sevgi dediğimiz şeyin bir boyutu, şekli veya miktarı olduğuna inanmadım hiç. Bence herkesin sevgisi kendine göre sınırsız kalmalı. Şu kadar sevmek lafından hoşlanmıyorum pek. Sınırsız bir şey bitemediğinden belki benim sevgimin de bitmemesi.
Umut barındıran şeyler yazma günümde değilim yine de. Bırakmak demiştim, daha doğrusu bırakmak zorunda kalmak. Gitmesine izin vermekle aynı şey değil bu. Ki ben gitmesine izin vermenin bir miktar daha fazla acı içerdiğini düşünüyorum. Çünkü eğer bırakmanız gerekirse bıraktığınız kişiyle paylaşıyorsunuz yaşadığınız acıyı. Gitmesine izin vermekse zaten gitmek isteyen, gitmesi gereken birine sadece kapıyı açmak oluyor. O kapıdan zorla itmiyorsunuz onu dışarıya. Kendi rızasıyla çıkıyor, bu yüzden aslında eminsiniz de geri gelmeyeceğinden. Onu iterek, kovarak ona da hissettirmeniz gereken o olağandışı acıyı tüm bunları kendinize saklayarak tek başınıza hissediyorsunuz.
Şimdi bir düşününce kulağa sadistçe geldiğinin farkındayım ama gitmesi gereken birini öylece esir alamazsınız işte. Bu sadece mutsuzluğu getirmiyor. Bir ton berbat his var beraberinde taşıdığı. O yüzden eğer varsa öyle bir acınız, gitmesi gereken biriniz, bırakın gitsin. Gitmesi gereken insanlar kapıyı kendileri açamaz hiç. Gitmenin onun için de iyi olacağı insanlardan bahsediyorum. Çünkü insanlık olarak tuhaf bir varlığız. Birini sevdiğimizde ilk düşündüğümüz şey o kişi oluyor. Kendimizi boşverip tamamen bambaşka bir varlığa odaklanıyoruz. Bu yüzden gitmek sevdiğiniz kişi için iyi olacaksa kapıyı açmanız lazım.
Tavsiyeleri sevmem, asla birinin bir karar vermesine sebep olmaktan hoşlanmadım. Bu yüzden nasıl hissediyorsa onu yapmasını söylerim benden tavsiye isteyen birine. Ben de öyle yapıyorum çünkü. Bazı kapıları kendim açmam gerekti, bazen kapıyı açtım gidebilsinler diye. Bu bir zarar olarak değil aksine dev bir yarar olarak geri dönüyor bana.
Sonucundaki mutluluk tartışılır. Yararın mutlulukla eşdeğer olmadığını bilmenizi isterim. Çoğunlukla da bize zarar veren şeylerle mutlu oluyoruz zaten. Yine de bırakmak lazım bence, bilmiyorum. Bir şeyleri çok zorlamanın, sonucunu çok net görebildiğiniz bir şeyi devam ettirme çabasının boş olduğunu düşündüm hep. Kalbinizin bileceği bir şey bu. O yüzden doğru düzgün kullanmayı planlamadığınız, çünkü muhtemelen kullanınca üzüldüğünüzü düşündüğünüz kalbinizi bir kullanmayı deneyin derim ben. Her şeyin anahtarını o tutuyor çünkü elinde.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)