Hey DJ play me a song to make me cry
On nights when my heart is frustrated
Song Request - LeeSoRa (ft. SUGA)
Kin tutmak…
Önceden unutmamak diye nitelendirdiğim bu söz öbeği, rahatsız edici gelmiyordu
bana. Çünkü masumlaştırmıştım, bir şekilde olumlu bir yan arıyordum. İnsanlara
buna göre yaklaşmak daha adil ve acı vermeyen bir yol gibi görünüyordu. Bir şeyleri
unutmak, unutkan olmak hiç olumlu bir yan olmamıştı, iyi veya kötü herhangi bir
konuda. En azından ben öyle düşünmüştüm.
Sanırım
canımızın daha az yandığı noktalarda, sözlerin bir kahvaltı bıçağından farksız
olduğunu düşünüyoruz. Unutmamamız bizi sadece daha temkinli olmaya itiyor ve
önlem alıyoruz. İnsanlar kendi canlarını her koşulda başkalarının önüne koyar
zaten, bunun aksini kimse kanıtlayamaz biliyorum. Birine kızdığımızda onun
canını yakmak için bilerek acıtarak konuşmamız, zayıf noktalarından vurmamız bu
yüzden. Bu zayıf noktaları yüzümüze vuran kişi bize ne kadar yakınsa bir dahaki
sefere o kadar kalın duvarlar koyuyoruz önümüze. Biz derken kastettiğim
unutmayanlar tabi ki.
Unutanlar
her seferinde vurulmaktan nasıl yorulmuyorlar diye düşünüp dururdum. Hiç mi
hatırlamıyorlardı? Ben bu duruma daha önce gelmiştim sanki düşüncesi hiç
geçmiyor muydu akıllarından? Nasıl hatırlamazlardı ki? Belki de aynı insanların
canlarını birçok kez yakmasına nasıl izin verebiliyorlardı? Oysa sırf buna izin
vermemek için unutmamayı seçmiştim ben. Unutmamanın çok daha ağır bir yük olup
yavaşça tükettiğini bilmezken.
Başkalarına
çabucak kurduğum kalın duvarları öylece inşa edemeyeceğim birine denk geldim.
Unutmuyor olmanın acısını nasıl kapatacağımı bilmiyorum başından beri. Herhangi
bir çözüm bulamadım. Başlarda yüzüne vurmaktan başka çarem kalmamıştı ama kendi
içinizde silmediğiniz şeyleri, her şeyi silen birinin yüzüne vurmak çok da
mantıklı bir hareket değildi. Sanki üzerinden çok zaman geçmiş gibi davranabilirdi
çünkü. Üstelik sizin canınızın acısı hala tazeyken, yaranız hala kabuk
bağlamamışken.
Aramıza
koyamadığım koca duvarları kendi içime örmek zorunda kaldım. Canımın yandığı
her noktamın etrafına ördüm o kalın, yüksek duvarları. Dışarı çıkmamalıydı,
canımın yanmasını açığa vurmamalıydı hiçbir yara. Etrafına duvar ördüğünüz bir
şeyin varlığını zamanla unutabiliyormuşsunuz, bunu öğrendim. Evin bir köşesine
kaldırdığınız eski bir bibloyu düşünelim. Ya da o dolabın kenarına sıkışan tokayı.
Sadece taşınırken bulabileceğiniz, hatta varlığını çoktan unuttuğunuz eşyalara
dönüşürler. Belki dolap bir darbeyle sarsılır ve o toka oradan düşüp bir
gürültü çıkarır. Ancak o zaman hatırlarsınız. Etrafına duvar ördüğüm tüm
yaraların kendini göstermesi, bir sarsıntıyla dört duvarından birinin
yıkılmasıyla oluyor sadece. Bazen biraz iyileşmiş yaralar küçük bir anı olarak
kalıp kısa süreliğine sızlatabiliyor ama sanırım düzgün kapanmadığından her
ortaya çıkışında daha çok acıtması.
Birine karşı
duvar inşa edememek, o kadar da büyüleyici olmayabilir işte. Birinin, diğer tüm
herkesten daha önemli olması hep bir şeyleri kolaylaştırmıyor. Unutmadığıma
lafım yok, unutmamak hala unutmaktan daha iyi bir savunma olabiliyor çoğu zaman.
Sanırım kendimizin bile bizi üzmeyeceğinin garantisi olmuyor hiç.
Ne dilerdim
bilmiyorum. Nasıl bir çözüm yolu önermeliyim kendime, nasıl çıkmalıyım bu işin
içinden? Nasıl olursa daha iyi hissederdim? Tüm ördüğüm duvarlar başıma yıkılmadan
kaçmanın bir yolunu bulamıyorum. Kılımı kıpırdatsam bir duvara çarpıyorum.
Hepsi yıkılırsa tek tek en baştan kuracağıma emin olduğum halde, dokunup
yıkmaya kıyamıyorum. Parça parça karşıma çıktıklarında idare edilebilir halde
tüm yaralar ama tek seferde hepsini görmek çok daha farklı bir hamlede bulunmama
sebep olur diye korkuyorum. Çünkü daha önce aklımdan geçmişti. Senin tek bir an
aklına gelmemiş şey, benim aklımdan çıkmak bilmemişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder