Aile Nedir? Kimlerden Oluşur?
Bu anlatılabilecek kadar kısa bir öykü değil aslında. Çok kısa denilebilecek bir zamanda hep orada olduğunu bildiğim ama ancak bulabildiğim bir ailenin öyküsü. Oturup şöyle başladı, böyle oldu diye anlatmayacağım tabi. Ama bu blogla başlayabilirim.
Blog açma fikri uzaktı hep bana. Ben yapamazdım, elbet biri okumasa diğeri okuyacaktı yazdıklarımı. Onlar benim özelimdi, içimden bir parçaydı, öylece paylaşacak mıydım?
O gün, yani atölyeye başladığım gün yazımı okumamın ardından yapılan yorumlarda bereli birinin "Bunları yayınladığın bir yer var mı?" diye sormasıyla duraksamıştım. Yoktu. Hepsi içimde kalıyordu. Bunun ardından "Blog aç bence." gibi tam kaynağını hatırlayamadığım bir iki söz daha duydum beynimde yankılanan.
Eve döndüğümde ilk işim bloğu açmak olmuştu. Çünkü inanmıştım; tanıdığım veya tanımadığım, kime denk gelirse yazılarım, tedirgin olmayacaktım. "Kim ne düşünür?" sorusunu bırakmalıydım. Bunlar benim yazılarımdı ve benim hissettiğim bu şeyler başkasının düşüncelerinin önündeydi. Açtım ve böyle devam etti işte.
Atölye başlarken düşündüğüm şey; bir şeyler öğrenmek, yazmak ve hocaya teslim etmekti. Bunu yapacağımıza kendimi inandırmıştım. Ama her gün olsun istediğim, yazdıkça rahatladığım ve okudukça huzursuzluktan ziyade huzur getiren bir şey oldu. Önyargı kötü biri. Hepimizin hayatında da az çok var.
Aile... Bu dört harfli kelimenin tek anlamı anne, baba ve çocuklardan oluşan, toplumun en küçük birimidir gibi bir şey olamaz. İçinde kendimiz olabildiğimiz, mutluluğu olduğu kadar mutsuzluğu da paylaşabildiğimiz bir şey bence aile. Bizi iyimizle kötümüzle seven ve aynı şekilde sevdiğimiz kişilerden oluşan bir şey.
Gelelim ailenin üyelerine. Hocamız, daha doğrusu ekip başımızla başlamak istiyorum. Hep benden daha enerjik, daha coşkulu oluşuyla gülümsetti beni. Anlattıkları bir öğretmenin katılığından çok bir annenin şefkatiyle işledi içime. Onu beynimle değil kalbimle dinledim hep. Söylediği tek bir cümle tüm yazılarımın parolası oldu, ben bile söylemeden giremedim içlerine. "Bir şey yaşamadan bir şey yazamazsın."
Ekibin büyük üyelerinden bir diğeriyle devam etmek istiyorum. Abiliğini üzerimizden hiç eksik etmeyen, sürekli bizim için 'gençler' lafını kullanmasına rağmen ruhu benden genç olan abimiz. Hep güzeldi yazdıkları ve hep öyle olacağını biliyorum. Ama benim favorim belli sanırım: Vidanjör (Burada bir gülme efekti tabi). Aramızda geçen tüm muhabbetler çok şey kattı bana. Büyük kazandım doğrusu.
Gezi yazılarının kraliçesine gelmek istiyorum şimdi de. Her yazısında mutlaka bir yerin, bir şeyin hikayesini anlattı ve bunu öyle güzel yaptı ki bir gün Viyana'ya gitmek, başa bir gün tarihi Yarımada'da kaybolmak istedim. Dili çok güzeldi hep. Tüm o yerleri içine çeke çeke gezmişti, belli. En sıradan yerin bile bir hikayesi olabilirdi, o yazabilirdi bunu. Çok tatlı bir anne olduğunu da söyleyebilirim sanırım. Hep çantasında atıştırmalık bir şeylerle gezdi çünkü ve biz hep aç geldik atölyeye. Unutamadığım çok güzel bir şey söylemişti bana bir de. "Biz senin aynanız, bu bakışlarımız aslında senin kendine bakışın."
Büyükten küçüğe gitmek gibi olacak biraz ama sırada kalbinden çıkanı süzmeden söylediği için bizi hem güldüren hem mutlu eden birisi var. Tarzını sevdim, gerçekten. O sevmese de, "Benimki çok saçma oldu." demekten vazgeçmese de kimsede olmayan bir cesaret var onda. Kalbindekini öylece söyleyebiliyor. Düşünmüyor içindekileri yazarken ve yazıdaki tüm o dağınıklık bir şekilde birbirine bağlanıyor. Bu güzel bir şey, yitirmesin bunu hiç.
Gelelim ikizlere. Sürekli birlikte oldukları, buraya birlikte yazıldıkları ve biri gelmese -çoğunlukla- diğeri de gelmediği için ikizler diye kaldı isimleri bizde. İkiz değiller, orası başka. Birinin yazıları çok masalsı, sanki bir bulutun üstünden okuyormuş gibi hissediyor insan. Umutlu, sakinleştirici. Yediden yetmişe herkesin okuyabileceği bir şey. Masal kitabı yazma işini cidden düşünmeli bence. Diğeriyse 'gerçek' yazıyor. İkiz desek de zıt aslında yazdıkları. Biri asla olamayacak kadar güzel, umutlu şeyler yazarken diğeri suratınıza "Gerçek bu!" diye bağırıyor sanki. Anlatış tarzı, betimlemeleri ve tüm o hikayeler hepimizin içinden geliyor resmen. Karakterlerinin ilginçlikleri o kadar toplumun içinden ki, bir karakteri anlatırken "Aa, bu bizim komşu değil mi?" gibi cümleler kurmak mümkün. Zıtlık içinde bir bütün yani bizim ikizler.
Sırada başımdaki tatlı bela var. Çok uğraşıyoruz birbirimizle, sürekli bir atışma halindeyiz ama güzel yazıyor işte. Her yazısında eğleniyorum, gülmeden duramıyorum. Dramın içinden komediyi çıkaran, tam üzülürken birden kahkaha attıran son şey Leyla ile Mecnun'du ve onun tadını almamdan mıdır bilinmez hep mutlulukla dinliyorum, özlüyorum yazılarını. Sarkastik yorumun tam karşılığını bilmediğini söylese de sarkastik yorumlarından geçilmiyor, hem normalde hem hikayelerinde. Ayrıca kafası da çok iyi çalışıyor, öyle yazmayı herkes beceremez. Onun olayı da bu zaten.
Atölyenin bana kazandırdığı yakın bir arkadaşa gelmek istiyorum şimdi. Tabi ki aslında burada yakın olmadığım, yakın hissetmediğim tek bir insan yok. Ama acılarımızın bazıları benziyor, benzer şekilde hissediyoruz ve her yazısına henüz yazılmadan 'güzel' damgasını vurabilirim. Her ne kadar mutlu şeyler yazmak istediğinde bir şekilde hüzne bağlasa ve buna üzülse de gerçekten iyi yazıyor. Bazı yazılarında tıpatıp beni anlatmış olması mı yoksa acılarımı gerçekten anlayabildiğini gözlerinde görmem mi beni ona yaklaştıran bilmiyorum. Ama çok güzel bir arkadaş kazandığımı biliyorum.
Ve son... Yazılarını dinlemeye başladığım ilk günden beri kendimi bulduğum, mutlaka yazının bir cümlesinde yutkunduğum, ses tonuyla o yazıların bütünlüğüne hayran kaldığım ve itiraf etmek gerekirse o ses tonunu biraz kıskandığım kişi. Benim deyimimle Albay, sizlerin anlayabileceği şekilde de o bereli olan var ya, o işte. Yazıyor ya, baya yazıyor adam. Benim bir araya getirebileceğime inanmadığım kelimeleri öyle bir diziyor ki, tamam diyorum. Bana ayrılan sürenin sonuna geldik, aklımda dönüp duracak bu cümleler. Nedenini biliyorum sanırım. Böyle olmasının sebebi onda kendimden bir yan bulmam. Çok tanıdık yazıyor içimdeki bir yerlerle, öyle ki bir yapbozun kayıp parçasını bulmuş gibi oturuyor içime bazı cümleler. İçten, güzel ve en önemlisi derin yazıyor. Derinde kaybolmaktan korkmadan yazıyor. Deşebildiği kadar deşiyor içini. Herkesin harcı değil bu. Ayrıca o mikrofonun başından da hiç ayrılmasın, günümüzde çok az kaldı insanları radyoya bağlayabilen seslerden.
Tüm bu aile, ekip ya da siz ne derseniz artık; benimle ilgili ne söyler tam bilemiyorum. Ama hepsinin güzel şeyler söyleyeceğini hissedebiliyorum. İnsanlar, yaralarını sevdiklerine gösterirmiş, "Bak ben burdan incindim, sen incitme beni bir daha." demek için. Çünkü insanı en çok sevdikleri üzebilirmiş. Ben onlara yaralarımı açtım, incitmediler. Aksine etrafımı sardılar; yaram mikrop kapmasın, rüzgar içimdeki boşluğa üfleyip cereyan yapmasın diye.
Belki bitecek bu her hafta görüşme olayı ama yine de kopmasın bağlarımız istiyorum ben. Kopmayalım çünkü herkese denk gelmeyecek kadar güzel bir şey geldi benim başıma, onlardan oluşan bu aile.
Son olarak, pek yazı bitirebilen bir insan olamadım ama sevgiler saygılar efenim. İyi ki varsınız.
-Dünya, Şevval ya da her kimse
Gelelim ailenin, bu bloğun sahibi tatlı üyesine… Bazen gözlerine tüllü bir hüzün çökse de, her daim gülümseyen yüzüyle bunu maskelemeye çalışan o güçlü kalem… O, şimiden dörtyüz sayfalık bir roman tamamlamış bir yazar; öykülerinde de her zaman “büyük” düşünüyor. Hiçbir dersi kaçırmaz; başkalarının metinleri okunurken, dalgalı siyah saçlarıyla yüzünü hafif örterek önüne bakar, pür dikkat dinlerken dalgın dalgın bir şeyler karalar. Geribildirimlerinde sözünü hiç sakınmaz; içi-dışı birdir. Kalbi sıcacıktır; aileyi birarada tutmak, ailenin birarada daha da “kaliteli” zaman geçirebilmesi için kendi çabasıyla bloglar oluşturur, blogun kurallarını koyarken de adil olmayı gözetir. Cömerttir; sürpriz partiler organize etmeye, aile için bir şeyler yapmaya bayılır. İşte, kendi bloğunda yukarıda okuduğunuz sevgi dolu yazı, “aile”mize ve “aile” kavramına gösterdiği değerin kanıtı. Onu hep beraber izleyelim; “ilk kitabım çıktı!” diye wattsapp grubunda bizlere yazmasını her an bekleyelim… Emin olun, öyle onyıllar falan sürmeyecektir.
YanıtlaSil