16 Ekim 2018 Salı
16.10.2018
I want to breathe, I hate this night
I want to wake up, I hate this dream
Normal şartlarda bir müddet geziyle ilgili şeyler yazmam ve öylece devam etmem gerekiyordu ancak dayanamadım. Çünkü yazamıyorum. Bu da aşırı ironik oldu. Evet yazamıyorum ve yeni bir yazı paylaşıyorum. Paylaşmazsam olmuyor işte.
Tek çocuk olarak büyüdüm. Hayatımda herhangi bir şeyi paylaşmam gerekmedi o yüzden hiç. Yine de herkesle her şeyimi paylaştığımı, hatta benim için gönderilmiş bir şeyi paylaşmaktan kendim alamadığım bile çok oldu. Bencil yetiştirilmedim çünkü. İnsanlık olarak bir şeylerin kıymetli olması, varlığımıza önem verilmesi için biraz da olsa bencil olmamız gerektiğini öğrensem de olamadım. Oturup burada asla bencil olmadığımla övünmeyeceğim çünkü keşke biraz da olsa bencil olsaymışım diyorum hep.
Hep sevgilerin en büyüğü verilerek büyüdüm ve öylece en büyük sevgi kaynağımı kaybedince de aslında hiç kimsenin beni o kadar sevmeyeceğini anlamış oldum açık açık. Aslında kimse kimseyi o kadar çok sevmiyor ki demeyeceğim çünkü kendi adıma sevgimden hep emin olarak devam ettim hayatıma. Emin olamadığım şey hep başkalarının sevgisiydi. İnsan bir şeyin olmayışına alışınca, oluşuna alışması çok daha fazla zamanını alıyor işte. Zaten hayatımızda kendimizden bile zor emin oluyoruz.
Aslında ben birçok şeyden korkan biri olarak düşünülebilirim. Çünkü insanların saçma bulduğu korkularım oldu hep, aşamayacağım ve kendimce sebepler barındırdığım korkular. En çok korktuğum şeyse kendim oldum. Cidden bir insanın kendine yapabileceklerinden korkması en berbat şey. Çünkü her korkunuzdan bir şekilde kaçabiliyorsunuz, uzaklaşabiliyorsunuz. Tek kaçamayacağım şeyden korkmam da benim bahtsızlığım olsa gerek. Yine kendimi acındırma seansıma başladım tabi bu arada, hep yaptığım şey buymuş çünkü öyle duydum.
Bir yükü tek başına sırtlanıp da dayanamadığı noktada acısını dışa vurmak kendini acındırmak oluyorsa orası başka tabi. Galiba kimin ne söylediğini umursamayanlara imreniyorum bu açıdan. Bildiğini okumak ve bu konuda en ufak şüphe duymamak muhteşem bir his olmalı. Hiç sahip olamadığım bir his. Galiba duyguları işin içine soktuğumuzda bir şeyler yapmak daha zor oluyor.
Üstelik o kadar uzun zamandır doğru düzgün yazamıyorum ki, körelmişim desem yeridir. Yazarken düşünmek bana göre olmadığı halde kaç dakikadır düşünüyorum. Düşünerek yazdığım hiçbir şeyin güzel olduğunu görmediğim halde üstelik. Bilmiyorum belki de değişim içinde olduğum bir dönemdeyim ve bir daha bir şeyler yazsam da güzel olmayacak. Belki de hayatımın yazdığım evresinin sonuna geldik. Oysa ölene kadar yazacağıma emindim. Kendimi ifade etmenin başka hiçbir yolunu bulamadım ki hiçbir zaman. Bırakırsam nasıl bir çukura düşerim hiç bilmiyorum. Korkutucu.
Ellerim tutmayana kadar devam etmeye ihtiyacım var buna. Beni iyileştirebilen tek şey kendisi, hayatımdan asla gitmeyeceğine emin olduğum, beni hiç terk etmeyecek tek şey. Toparlamam gerek sanırım. Fazla dağıttım. Yazıyı nasıl toparlayabileceğimi artık öğrendim sayılır. Bir şekilde sonunu getirebiliyorum. Kendimiyse... Nasıl toparlayacağımı hala bilmiyorum. Sadece sevgiye ihtiyacım olsa gerek. O zaman iyileşebiliyorum. Çünkü daha önce öyle iyileşmiştim. Üzücü, sevgi olsa da bana verilebileceğinden şüphem var uzun süredir.
11 Eylül 2018 Salı
Euro Olmuş Kaç Lira, Kim Gider Avrupa'ya: Bölüm 1
Tam zamanında gidip dönmeyi başardığım, haddinden fazla sürdüğünden biraz fazla yorucu olan 35 günlük Avrupa turunu bitirdim, ülkeye döndüm ve dönüşümün yaklaşık 20 gün sonrasında da gezi boyu aklımda olan bu seriye başlamış bulunuyorum. Tabi gezi boyu aklımda olmasına rağmen gezdiğim yerlerle ilgili tek bir not almadım, öyle Asyalı turistlerin yaptığı gibi çok fazla fotoğraf çekmedim ancak elimden ve hafızamdan geldiğince "Avrupa'da nasıl öğrenci usulü tatil yapılabilir?" onu anlatma çabasındayım.
Kulağa dalga geçer gibi geliyor zira Euro almış başını gitmiş, ben gittikten sonra ülke ekonomisi resmen çöküş dönemine girmiş. Bu üzmüyor değil tabi, turda bunu bizim ülkede daha ucuza bulurum dediğim şeyler o kadar zam yemiş ki dönene kadar, artık Avrupa'da daha ucuzdu diyorum bazılarına. Bu giderken bize yukarıdan el sallamayı ihmal etmeyen Euro kuruna rağmen bir şekilde Avrupa görmek isteyebiliyor insan. Zaten zorda ne var onu isteriz ya hep. O yüzden böyle bölüm bölüm turdaki yerleri, yemekleri, ucuzlukları ve gitmeden önce delicesine araştırdığım bloglara güvenip başıma gelmiş güzel ve hüsran dolu şeyleri anlatmayı planlıyorum. Ay umarım çok faydalı olur. Yavaştan başlayayım artık.
Öncelikle şunu demem lazım. Ben herhangi bir tur programına katılıp gitmedim Avrupa'ya. Tek de gitmedim. Bizim derinlemesine planlama yapmamız ve kalacak yeri, ulaşımı, tüm öğünleri ve bilimum masrafları cebimizden direk karşılamamız gerekti. Bunu biz istedik zaten ve tur rahatlığını yaşamamış, stresli bir tatil geçirmiş olsak da beni belli bir gruba bağımlı kılmaktan kurtardığı için minnettarım bu kararımıza. Çoğu insan fazla kişilik tatile çıkmak uyumsuzluklara ve zorluklara sebep olabileceğinden iki kişi çıkıyor tatile. Bu yüzden de yazdığım her şeyi iki kişilik tatil için anlatacağım. Bu önsöz kısmında son olarak şuna değinmeliyim ki, yediğim her şeyin parasını köküne kadar ödedim, girdiğim her yerin de öyle. O yüzden bir yeri övüyorsam gerçekten beğendiğimdendir. Haberiniz ola.
Yunanistan/Atina:
![]() |
Plaka |
![]() |
Street Wok |
İlk günümüzde müzelerden yolumuza devam etmek istedik ve bir tür sokak yemeği olan Wok yedikten sonra Ulusal Arkeoloji Müzesi'ne devam ettik. Müzeye geçmeden önce Wok'un ne olduğundan bahsetmek istiyorum. Kendisi bildiğimiz sokak noodle'ı. Bu yabancı dizilerde bolca gördüğümüz karton kutularda servis ediliyor. Wok tavaya atılan farklı seçeneklerdeki noodle veya pirinç; sizin seçtiğiniz ücretsiz sos (ki aralarında bence en yenebiliri Teriyaki sos), ekstra fiyata tabi olan malzemeler (tavuk parçaları, karides, et, ananas, brokoli gibi birçok seçenek mevcut) ve üstünde topping denilen yine ekstra süslemelerle (buna fıstık, susam, kızarmış soğan ve sarımsak seçenekleri giriyor) birlikte tamamen tercihinize göre hazırlanıp 5 dakika gibi bir sürede size ulaşıyor. Biz çok boş halinde de çok kalabalık halinde de gittik, iki türlü de sürede herhangi bir değişim olmuyor. Mekan Panormou bölgesinde, ismi Street Wok. Biz ilk gidişimizde normal noodle ve teriyaki sos aldık. Ben teriyaki sosun delisi olmasam da hoşuma gitti, uygun fiyatlı yemek için oldukça ideal ve doyurucu. Biz iki kişiye bir tane almamıza rağmen bize yetti. İkincide yumurta noodle'ı aldık yine teriyaki sosla ve o da gayet iyiydi.
![]() |
Ulusal Arkeoloji Müzesi |
![]() |
Ulusal Arkeoloji Müzesi |
![]() |
Akropolis'e girmeden önceki bu tepeden Atina manzarası izleyebilirsiniz. |
![]() |
Sıcaktan yorulup ilk bulduğum gölgeye oturdum. |
![]() |
Buralar hep manzara. |
![]() |
Mekanın adını hatırlamıyorum ama köşebaşında küçük bir kafeydi. |
![]() |
Süs havuzlarından biri. |
Böyle gittiğim, gezdiğim yerleri teker teker yazarak paylaşma gibi bir plana sahibim. Zaman geçtikçe hafızam daha çok zorlanıyor, bu yüzden peş peşe yazabildiğim kadar yazıp yayınlamayı planlıyorum. Bir sonraki yazım Roma ve Milano'dan oluşan İtalya turumuzu kapsayacak. Aslında bunlarla çok alakasız yazılar yazdığım bir blog bu, ancak paylaşmak istediklerim vardı ve elimde de bu blog.
Hala bu tarz yazıları bitirmeyi beceremiyorum. O zaman şey diyeyim, İtalya'da görüşürüz.
3 Eylül 2018 Pazartesi
22.08.2018
At first, we showed off who was heavier
As we looked each other and smiled
Now we're competing against each other
Trying to win over who's heavier
Yazacak çok şeyim varmış ama aslında hiçbir şey de yazamazmışım gibi hissettiğim nadir zamanlardan birindeyim. Yazdığım her şey gerçekleşir diye ödüm kopuyor, bir yandan da o yüzden yazmaktan, anlatmaktan kaçmam. Bir şeyleri boşvermek insan hayatında gerekli olan eylemlerden biri. Boşvermediğimiz zaman her şey üzerimizde birikebiliyor zira. Ama ben boşverecek olursam vazgeçiyor gibiyim. Vazgeçmeyi istemiyorum, bu güzel bir şey değil. Birinden vazgeçmek üzücü bir durum. Artık kıskanmıyor, önemsemiyor değilim ama bunu yansıtmaktan yorulduğumu söyleyebilirim. Yansıttıkça uzaklaşıyor ve önemsediğim her şey onun gözünde önemsiz oluyor birdenbire. Değer verdiğim şeyler asla önemli olmayacak, hiçbir zaman benim değerlerime saygı göstermeyecek diye uzayıp gidiyor liste.
Aklımda kaldıkça büyütüyorum. Ama dedim ya, boşverirsem vazgeçerim diye korkuyorum. Ben hala onu kaybetmekten korkuyorum, hala insanlara güvenmekle ilgili sorunlarım var ama tüm bunları hissetmekten yoruldum. İnsanlara öylece kendimi bırakmak bile bile ateşe atlamak olurdu her türlü ama kaybetmekten korkan tek kişi olmaktan yoruldum.
Onun bana dair herhangi bir korkusunun olmaması sonsuz güven anlamına gelmiyor çünkü. Güvenmekten çok bağımsız bir şey bu. Birini kaybetmekten korkmazsan onun senin hayatındaki değerini de göremezsin, bu yüzden bazen ikinci plana atarsın bazen de umursamazsın ama o kişi tüm bunlara bir gün dayanamayıp gittiğinde de hayatında bir şey değişmez. Bu insanların kendilerini düşünmekten kurduğu bir kalkandan başka bir şey değil ki. Bencilliğin neden olduğu, benim dışımda herkes acı çekebilir yeter ki bana bir şey olmasın düşüncesinden başka bir yola çıkmıyor bu.
Hayatımızda değer verdiğimiz kimseye yapmayız bunu. Hatta hiçbir şeye yapmayız. Sevdiğimiz eşyaları hep daha arkalara koyarız, değerli gördüğümüz neyimiz varsa saklarız, kaybedebileceğimiz hiçbir ortama sokmayız. Cidden parasını bile gizli ceplerde, banka kasalarında saklıyorken, neden değer verdiği insanı kaybetmekten korkmaz ki biri? Nasılsa bir şey olmaz, o bir yere gitmez, o nasılsa hep orada düşüncesini neden eşyalar yerine insanlar için kurmuyoruz? Eşyaların kendi başlarına bizi terk etmeleri mümkün değilken neden iki adımda bizden uzaklaşması, bizi bırakıp gitmesi mümkün insanları yanımızda tutmak için çabalamıyoruz?
İnsanların yeni çağda eşyalara daha çok değer vermesi veya etrafındaki insanları sevdiğine göre sıralamayıp daha çok sevdiği insanı nasılsa bir yere gitmez düşüncesiyle ikinci plana atması benim canımı yakıyor. Bu çağa ait olmadığımı hep düşünürdüm. İnsanların sevdiklerine kalbinin baş köşelerini armağan etmesinin, kırılır korkusuyla neredeyse dokunamamasının, sevgisinin en büyük göstergesinin canını yakamaması ve merhameti olmasının değer gördüğü zamanlara aittim hep. Ancak şu maddiyat dolu çağda herkesin gözünü bürümüş bencillikte yürümeye çalışıyorum.
İnsanların bencillikleri beni her seferinde şaşırtmayı başarıyor. Sevdiklerini bencilliği uğruna kaybeden insanlar, bunun farkında bile olmuyorlar çoğu zaman. İnsanlar egoist, insanlar gerçekten kötü. İçinde bulunduğum canlı türüyle hayatımın hiçbir evresinde gurur duymadım. Bu gidişata bakarak, hiçbir zaman gurur duyamayacağımı da biliyorum.
28 Nisan 2018 Cumartesi
28.04.2018
Because just like the moon has fallen
You let go of me too
Hayatım konusunda tavsiye almayı ve başkalarının hayatlarına tavsiye vermeyi asla sevmedim. Ne yapacağımı bilmediğim anlarda bile içimden geleni yaptım. Yanlış da yapsam doğru da yapsam içimden geleni yapmış olacaktım çünkü. Birilerini kararlarım için suçlayamayacaktım. Herkes kendi hayatını düşünüyor bu dünyada ve o kadar benciliz ki aslında. Sadece bunu gizlemeyi iyi başarıyoruz.
Hayatımızda haksızlığa hiç uğramamış olmak gibi bir mevzu söz konusu olmuyor. Mutlaka biri bize haksızlık yapıyor, mutlaka birilerine haksızlık yapıyoruz. Ve bunu o kadar günlük hale getirdik ki bundan gram utanmayan, öylece suçu başkasına atan koca bir güruh var. Ben elimden geleni yapıyorum haksızlık sözcüğüne karşı koymak için. Eğer öyle bir şey yaptıysam da bir yolunu bulmaya çalışıyorum telafi etmenin.
İçten içe suçunuz olmadığını hissettiğiniz oldu mu hiç? Karşınızda çok güvendiğiniz biri sizi suçlarken masum olduğunuzu bile bile suçu kendinizde bulmayı denediniz mi? Ama lafı ne kadar dolaştırırsanız dolaştırın bir şekilde suçsuz olduğunuzu, belki de sorunun aslında karşınızda durduğunu fark ettiniz mi? Bunu fark etmek, dev bir hayal kırıklığı. Bunu fark edince daha çok sorguluyorsunuz bir şeyleri çünkü. Halının altına süpürülen tüm her şey öyle bir konuluyor ki önünüze, tamam diyorsunuz. Benden bu kadar, artık dayanamıyorum.
Değiştirmeye çalışmadığınız, hatta o gördüğünüz haliyle sevdiğiniz kişinin birdenbire değiştiğini görmek de bundan farksız aslında. Sadece bir kat fazla hayal kırıklığı eklenmiş oluyor. Ne olduğunu, niye böyle olduğunu sorgulamaya başlarsanız beyniniz alarmları aktif hale getiriyor. Bunun etkisi bende ısınmış bir alın, dokunulsa gerçekten sırf dokunulsa bile ağlayacak duruma gelen bir beden şeklinde ortaya çıkıyor. Sessiz kalmanın hiçbir şeyi çözmeyeceği bir hayatta sessiz kalmaktan daha iyi bir seçenek bulamıyorum.
You let go of me too
Hayatım konusunda tavsiye almayı ve başkalarının hayatlarına tavsiye vermeyi asla sevmedim. Ne yapacağımı bilmediğim anlarda bile içimden geleni yaptım. Yanlış da yapsam doğru da yapsam içimden geleni yapmış olacaktım çünkü. Birilerini kararlarım için suçlayamayacaktım. Herkes kendi hayatını düşünüyor bu dünyada ve o kadar benciliz ki aslında. Sadece bunu gizlemeyi iyi başarıyoruz.
Hayatımızda haksızlığa hiç uğramamış olmak gibi bir mevzu söz konusu olmuyor. Mutlaka biri bize haksızlık yapıyor, mutlaka birilerine haksızlık yapıyoruz. Ve bunu o kadar günlük hale getirdik ki bundan gram utanmayan, öylece suçu başkasına atan koca bir güruh var. Ben elimden geleni yapıyorum haksızlık sözcüğüne karşı koymak için. Eğer öyle bir şey yaptıysam da bir yolunu bulmaya çalışıyorum telafi etmenin.
İçten içe suçunuz olmadığını hissettiğiniz oldu mu hiç? Karşınızda çok güvendiğiniz biri sizi suçlarken masum olduğunuzu bile bile suçu kendinizde bulmayı denediniz mi? Ama lafı ne kadar dolaştırırsanız dolaştırın bir şekilde suçsuz olduğunuzu, belki de sorunun aslında karşınızda durduğunu fark ettiniz mi? Bunu fark etmek, dev bir hayal kırıklığı. Bunu fark edince daha çok sorguluyorsunuz bir şeyleri çünkü. Halının altına süpürülen tüm her şey öyle bir konuluyor ki önünüze, tamam diyorsunuz. Benden bu kadar, artık dayanamıyorum.
Değiştirmeye çalışmadığınız, hatta o gördüğünüz haliyle sevdiğiniz kişinin birdenbire değiştiğini görmek de bundan farksız aslında. Sadece bir kat fazla hayal kırıklığı eklenmiş oluyor. Ne olduğunu, niye böyle olduğunu sorgulamaya başlarsanız beyniniz alarmları aktif hale getiriyor. Bunun etkisi bende ısınmış bir alın, dokunulsa gerçekten sırf dokunulsa bile ağlayacak duruma gelen bir beden şeklinde ortaya çıkıyor. Sessiz kalmanın hiçbir şeyi çözmeyeceği bir hayatta sessiz kalmaktan daha iyi bir seçenek bulamıyorum.
5 Nisan 2018 Perşembe
05.04.2018
I gotta let you know
That I need to let you go
Şimdi bir itirafta bulunarak başlamak istiyorum bunu yazmaya. Şimdiye dek yazdığım her kelimeyi hissettiğim için yazdım. Tek bir uydurma his yazmadım hatta şimdiye dek hiçbir yere. Ama bu sefer hissetmediğim ve bahsetmeyi deli istediğim bir konuya değineceğim.
Birinden vazgeçmenin zamanının geldiğini hissedersiniz. O kişiyi artık bırakmanız gerekiyordur çünkü bir şekilde ne onu esir tutabilirsiniz ne de siz artık o kafesin anahtarını cebinizde saklayabilirsiniz. Bu, anahtar ağırlık yaptığından mı oluyor yoksa insanlar arasındaki sevgi gerçekten bitrebiliyor mu bilmiyorum. Benim bitmedi mesela. Tuhaf geliyor bu yüzden. Sevgi dediğimiz şeyin bir boyutu, şekli veya miktarı olduğuna inanmadım hiç. Bence herkesin sevgisi kendine göre sınırsız kalmalı. Şu kadar sevmek lafından hoşlanmıyorum pek. Sınırsız bir şey bitemediğinden belki benim sevgimin de bitmemesi.
Umut barındıran şeyler yazma günümde değilim yine de. Bırakmak demiştim, daha doğrusu bırakmak zorunda kalmak. Gitmesine izin vermekle aynı şey değil bu. Ki ben gitmesine izin vermenin bir miktar daha fazla acı içerdiğini düşünüyorum. Çünkü eğer bırakmanız gerekirse bıraktığınız kişiyle paylaşıyorsunuz yaşadığınız acıyı. Gitmesine izin vermekse zaten gitmek isteyen, gitmesi gereken birine sadece kapıyı açmak oluyor. O kapıdan zorla itmiyorsunuz onu dışarıya. Kendi rızasıyla çıkıyor, bu yüzden aslında eminsiniz de geri gelmeyeceğinden. Onu iterek, kovarak ona da hissettirmeniz gereken o olağandışı acıyı tüm bunları kendinize saklayarak tek başınıza hissediyorsunuz.
Şimdi bir düşününce kulağa sadistçe geldiğinin farkındayım ama gitmesi gereken birini öylece esir alamazsınız işte. Bu sadece mutsuzluğu getirmiyor. Bir ton berbat his var beraberinde taşıdığı. O yüzden eğer varsa öyle bir acınız, gitmesi gereken biriniz, bırakın gitsin. Gitmesi gereken insanlar kapıyı kendileri açamaz hiç. Gitmenin onun için de iyi olacağı insanlardan bahsediyorum. Çünkü insanlık olarak tuhaf bir varlığız. Birini sevdiğimizde ilk düşündüğümüz şey o kişi oluyor. Kendimizi boşverip tamamen bambaşka bir varlığa odaklanıyoruz. Bu yüzden gitmek sevdiğiniz kişi için iyi olacaksa kapıyı açmanız lazım.
Tavsiyeleri sevmem, asla birinin bir karar vermesine sebep olmaktan hoşlanmadım. Bu yüzden nasıl hissediyorsa onu yapmasını söylerim benden tavsiye isteyen birine. Ben de öyle yapıyorum çünkü. Bazı kapıları kendim açmam gerekti, bazen kapıyı açtım gidebilsinler diye. Bu bir zarar olarak değil aksine dev bir yarar olarak geri dönüyor bana.
Sonucundaki mutluluk tartışılır. Yararın mutlulukla eşdeğer olmadığını bilmenizi isterim. Çoğunlukla da bize zarar veren şeylerle mutlu oluyoruz zaten. Yine de bırakmak lazım bence, bilmiyorum. Bir şeyleri çok zorlamanın, sonucunu çok net görebildiğiniz bir şeyi devam ettirme çabasının boş olduğunu düşündüm hep. Kalbinizin bileceği bir şey bu. O yüzden doğru düzgün kullanmayı planlamadığınız, çünkü muhtemelen kullanınca üzüldüğünüzü düşündüğünüz kalbinizi bir kullanmayı deneyin derim ben. Her şeyin anahtarını o tutuyor çünkü elinde.
That I need to let you go
Şimdi bir itirafta bulunarak başlamak istiyorum bunu yazmaya. Şimdiye dek yazdığım her kelimeyi hissettiğim için yazdım. Tek bir uydurma his yazmadım hatta şimdiye dek hiçbir yere. Ama bu sefer hissetmediğim ve bahsetmeyi deli istediğim bir konuya değineceğim.
Birinden vazgeçmenin zamanının geldiğini hissedersiniz. O kişiyi artık bırakmanız gerekiyordur çünkü bir şekilde ne onu esir tutabilirsiniz ne de siz artık o kafesin anahtarını cebinizde saklayabilirsiniz. Bu, anahtar ağırlık yaptığından mı oluyor yoksa insanlar arasındaki sevgi gerçekten bitrebiliyor mu bilmiyorum. Benim bitmedi mesela. Tuhaf geliyor bu yüzden. Sevgi dediğimiz şeyin bir boyutu, şekli veya miktarı olduğuna inanmadım hiç. Bence herkesin sevgisi kendine göre sınırsız kalmalı. Şu kadar sevmek lafından hoşlanmıyorum pek. Sınırsız bir şey bitemediğinden belki benim sevgimin de bitmemesi.
Umut barındıran şeyler yazma günümde değilim yine de. Bırakmak demiştim, daha doğrusu bırakmak zorunda kalmak. Gitmesine izin vermekle aynı şey değil bu. Ki ben gitmesine izin vermenin bir miktar daha fazla acı içerdiğini düşünüyorum. Çünkü eğer bırakmanız gerekirse bıraktığınız kişiyle paylaşıyorsunuz yaşadığınız acıyı. Gitmesine izin vermekse zaten gitmek isteyen, gitmesi gereken birine sadece kapıyı açmak oluyor. O kapıdan zorla itmiyorsunuz onu dışarıya. Kendi rızasıyla çıkıyor, bu yüzden aslında eminsiniz de geri gelmeyeceğinden. Onu iterek, kovarak ona da hissettirmeniz gereken o olağandışı acıyı tüm bunları kendinize saklayarak tek başınıza hissediyorsunuz.
Şimdi bir düşününce kulağa sadistçe geldiğinin farkındayım ama gitmesi gereken birini öylece esir alamazsınız işte. Bu sadece mutsuzluğu getirmiyor. Bir ton berbat his var beraberinde taşıdığı. O yüzden eğer varsa öyle bir acınız, gitmesi gereken biriniz, bırakın gitsin. Gitmesi gereken insanlar kapıyı kendileri açamaz hiç. Gitmenin onun için de iyi olacağı insanlardan bahsediyorum. Çünkü insanlık olarak tuhaf bir varlığız. Birini sevdiğimizde ilk düşündüğümüz şey o kişi oluyor. Kendimizi boşverip tamamen bambaşka bir varlığa odaklanıyoruz. Bu yüzden gitmek sevdiğiniz kişi için iyi olacaksa kapıyı açmanız lazım.
Tavsiyeleri sevmem, asla birinin bir karar vermesine sebep olmaktan hoşlanmadım. Bu yüzden nasıl hissediyorsa onu yapmasını söylerim benden tavsiye isteyen birine. Ben de öyle yapıyorum çünkü. Bazı kapıları kendim açmam gerekti, bazen kapıyı açtım gidebilsinler diye. Bu bir zarar olarak değil aksine dev bir yarar olarak geri dönüyor bana.
Sonucundaki mutluluk tartışılır. Yararın mutlulukla eşdeğer olmadığını bilmenizi isterim. Çoğunlukla da bize zarar veren şeylerle mutlu oluyoruz zaten. Yine de bırakmak lazım bence, bilmiyorum. Bir şeyleri çok zorlamanın, sonucunu çok net görebildiğiniz bir şeyi devam ettirme çabasının boş olduğunu düşündüm hep. Kalbinizin bileceği bir şey bu. O yüzden doğru düzgün kullanmayı planlamadığınız, çünkü muhtemelen kullanınca üzüldüğünüzü düşündüğünüz kalbinizi bir kullanmayı deneyin derim ben. Her şeyin anahtarını o tutuyor çünkü elinde.
25 Ocak 2018 Perşembe
25.01.2018
At the end of beautiful love
I didn't want to tell you all
Because you will be hurt
Do not hold on to crumbling down sandcastle
Do not try anymore
Şimdiki insanların hiç korkmadığı, eskidekilerinse bahsini bile açmadığı bir kelime var bugün aklımda. Vazgeçmek. Bir şeyi artık istememek, bırakmak, ona dair bir heves barındırmamak olarak tanımlanabilir vazgeçmek. Bazı durumlarda örtüşmeyen şeyler olur ve vazgeçeriz istediğimiz bir şeyden. Bazense artık istememeye başlarız.
Ayrılıklara binbir türlü bahanenin göz kırpmadan yaratıldığı bu yüzyılda, inanıyor taklidi yapmaya da çok alıştık. Oysa söylemeliydi bir insan. Artık birlikte olmayı istemiyorsa basit, uydurma bahanelerin arkasına sığınmamalı, karşısındakini aptal yerine koymaya çalışmamalıydı.
Bir ilişkiye başlamak da bitirmek de oldukça kolay aslında. Tek seferde yapılabilen bir şey çünkü. Asıl zor olan onu sürdürebilmek. Bazen ilişkiler yürümez diyemiyorum. Çünkü onu yeni yürümeye başlamış bir bebek gibi iki elinden tutup yürüten, o ilişkinin iki tarafı. Ama bazen bazı şeyler olmuyor işte. Bu, söylemesi yaşaması kadar zor olan bir durum. Vazgeçmek zorunda kalmak.
Hiç hissettiniz mi bilmiyorum, karşınızdakine verdiğiniz sevginin yetmediğini. Onun açısından bahsetmiyorum. Kendi açınızdan baktığınızda o sevginin yetersizliğinin ağırlığından bahsediyorum. Bu bir ilişkide yaşanabilecek en zor şeylerden biri olsa gerek. Yaşanmakta olan şey, bir uyumsuzluğa dönüşüyor zamanla ve bunu hisseden kişiyi delice yoruyor.
"Ben başka birini seviyorum." Hayatımızda kaç kere duymuşuzdur bu ayrılık gerekçesini? Peki kaç tanesi gerçek, kaç tanesi bahanedir? Aslında her ikisi de olmadığı bir zamanın varlığını kolay kolay düşünmeyiz. Ama bir ilişkinin içindeysek ayrılık için en geçerli sebep değil midir iki kişiden birinin başkasını sevmesi?
Vazgeçmekten korkuyorum. Korkulmayacak bir durum da değil zira. Sevdiği şeyleri nadir durumlar dışında seçemeyen biriyim. Vazgeçme ihtimalim beni korkutuyor. Olur da vazgeçersem, muhtemelen ben de bu yolu kullanacağım. Kalbi güzel birini öylece kıramam. Böyle bir noktaya gelip de vazgeçen taraf olmak tüm suçu üstlenmek oluyor ki ben bunda bir gariplik göremiyorum. Vazgeçersem tüm suç benim. Bir şekilde o uyumu ben bozmuşum ve sonunda vazgeçmişim çünkü. Karşımdakini kandırarak, yürütemediğim bir ilişki yüzünden kendimi yorarak çok şey çalmış olmaz mıyım her iki hayattan da? Yalan bile olsa, iki tarafı da zehirleyecek bir ilişkiyi bitirmenin en kolay yolu başkasını sevdiğini söylemek.
Özür dilerim, bir gün vazgeçebilme ihtimalim olduğunu söylediğim için. Ama bu ihtimal öylece yok olmayacağını bildiğim bir şey. Her an terk edebilirim demek değil bu. Her an vazgeçebilirim de demiyorum. Sadece korkuyorum. Hiçbir şeye uzun süre bağlı kalamadım. Ya denemeye değer görmedim ya da denemek istediğimde ortadan kayboluşunu izledim. Kaybolmayacaksan, öyle kolay kolay gitmeyi düşünmüyorsan söz veriyorum, deneyeceğim. Kimbilir, vazgeçmediğim ilk şey olursun belki.
Ama yolunda gitmezse, beceremezsem bu sefer kız bana. Bağır, küfür et, bir şeyleri kır, istersen dünyanın altını üstüne getir. Yeter ki öyle sessizce durma. Sessiz kalırsan giderim ve bir daha da dönemem çünkü.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)