28 Ekim 2015 Çarşamba
02.03.2014
Sormasaydın söylemezdim ama söylemem gerek
Bazen bir saniye binlerce yıl demek
Zorlama hiç boşuna içinden gelmeli sevmek Bende bir yürek var ki çocuk var olman gerek Beni Aldattın - Asya
Günlükten;
Birkaç gün yazmayınca küçük çaplı bir vicdan muhasebesi yaptığım doğrudur. Ama hissettiklerimi anlatmayı beceremem diye korktum işte. Çünkü hissettiklerimi tam anlatamayınca daha kötü hissediyorum.
Leyla ile Mecnun'u neden bu kadar çok sevdiğimi anlıyorum yeni yeni. Farklı olduğu ya da zekayı zorladığı için değil. Bekleyen olduğu için. Çünkü ne bileyim orada herkes birini, bir şeyi bekliyordu. Mecnun Leyla'sını, İsmail babasını, İskender taksisini, Yavuz sevilmeyi, Erdal parayı, dede insanların aşkı bulmasını... Herkesin bir beklediği vardı çünkü. Ben de hep beklediğimi fark ettim. Bazen bir otobüsü, bazen bir dizinin başlama saatini, bazen tenefüs zilini,bazen radyodaki o sonra çıkacak şarkı için reklamları, bazen kantin sırasını... Ben hep bekledim. Ama en çok birilerini... Sevecek birilerini bekledim mesela. Beni sevebilecek sevgimi hak edecek birilerini.
Çok güzel sevdiğimi söyledi bugün tanıdığım birisi. Güzel nasıl sevilir ki? Sevmenin de güzeli çirkini mi var? Seviyorum işte sadece. Hiç düşünmedim ne nitelikte sevdiğimi. Seviyorum kelimesi çok basit gibi geliyor belki ama değil işte. Öyle herkesi sevemiyor insan. Aşık olur, tamam. Etkilenir, aşık oldum der. Çünkü aşık olmak kısa süreli bir şey. "Aşık oluyorum." cümlesi bile aşık olmadan önceki aşamayı anlatıyor çünkü. Ama 'seviyorum' öyle değil. Her gün seviyorum, her gün daha çok. Her gün baştan aşık olmaktan daha değerli bu. Tekrar başa dönmek bir şeyi artırmaz çünkü. Aynı düzeye tekrar getirir ve artamadan, o düzeyi geçemeden başa dönersiniz.
Sevgi bitmiyor. Seviyorum diyoruz mesela, zaman geçince "Artık sevmiyorum." desek de buruluyor içimiz. Bir de şey var tabi. Herkesi aynı sevmiyoruz. Neyse, umarım ileride benim 'güzel' sevgimi hak edecek bir adam çıkar karşıma. Umarım çok sever beni, gerçekten sever. Umarım geçmişi silerim bir gün.
21.10.2015
Ne gemiler yaktım, o kadar yandı ki canım...
Farkındayım-Sezen Aksu
Kocaman bir su birikintisinin önündeyim şimdi. Hava, dişlerimi birbirine çarptıracak kadar soğuk ve beni uçurup yanına getirecek kadar rüzgarlı. Bu öyle bir rüzgar ki, deniz denilen o büyük suyun koca koca taşlara çarpmasına sebep oluyor. Deniz... Korkarım denizden, yanında durduğuma bakma. İnsanı içine çekecek ve bir daha bırakmayacak bir kuyu gibi. Bir bardağın içine çakıl taşlarını doldurduğunu düşün. Onun gibi bir sesi var denizin işte. Onun kadar masum değil. Yüzünü yıkadığında yüzünde kalan su damlacıkları gibi, denizin damlaları da rüzgarla çarpıyor yüzüme. Deniz soğuk. İçsen kalbine kadar yakar içini, öyle tuzlu. O yüzdendir ki, yakınında olmak huzur vermiyor bana hiç. Girdaba takılıp kalmaktan korkuyorum burada.
23 Ekim 2015 Cuma
15.01.2014
Birinin sesini duymak bazen en önemli şey olabiliyor.
Ahmet Batman
Sesini sevdiğimiz insanlar vardır, sesinden öpmek istediğimiz insanlar... Bir de tutulmayan sözler... Aslında normalde birbiriyle pek alakası olmayan şeyler bunlar ama eğer bir insan sizi arayacağına söz verdiyse bir bütün oluyorlar. Kim bilir, belki bir işi çıkmıştır, telefonu bozulmuştur, müsait olamamıştır bir türlü. Belki de ölmüştür. Hemen kötü düşünmek de olmaz ama ne demişler; "Hayallerin ne kadar büyük olursa, hayal kırıklığın da o kadar gürültülü olur."
Benim hayal kırıklığım çok ses çıkarmadı öyle. İnletmedi sesi yeri göğü. Ama kendi içimden duydum o kırılma sesini ben. Hani bir cam düşer ve yere değer değmez tuzla buz olur ya. Hayaller de cam gibi işte. Tuzla buz oluyor kırılınca ve parçaları da birleşmiyor. Yani aynı hayali bir kez daha kuramıyorsun. Yerdeki parçalar da zaten karışmış, bir yapbozun parçaları gibi tamamlayamıyorsun.
İnsanlara izin verdiğimiz sürece kırıyorlar kalbimizi. İçimizi onlara açtığımız sürece saltanatları. Anlamıyorlar, bilmiyorlar, farkında değiller hiçbir şeyin. O yüzden izin vermeyelim işte. Açmayalım içimizi sonuna kadar. Çünkü en son ve en çok üzülen de biz oluyoruz sonra. Tüm acı birikip bize patlıyor.
22 Ekim 2015 Perşembe
28.07.2015 - vol.2
Bilgi: Derin depresyonda olan ve ara ara intihardan bahseden kişiler neşeli bir döneme girerlerse psikolojide bunun intihar habercisi olabileceği düşünülür. Çünkü karar alınmıştır. Acı bitmiştir.
(İnternet)
Geçeceğini bildiğin halde canını acıtır bazen bazı şeyler. Biliyorsundur az zaman kalmıştır geçmesine, belki de o yüzden çok yanar canın. Aşk değil sanki bu ve kimseye anlatamıyor olmak yakıyor canımı. Tüm acıyı içime atmaktan yoruldum. Ama kime anlatırsam anlatayım yargılanacağımı biliyorum. Ve benim iyiliğim için söylenen lafların, acının üzerine tuz bastığını. Bitecek tüm acı ama buna alışmışken çok da hissetmiyorum canımın yandığını. Yeni bir acının başlamasından korkuyorum belki de. Belki de iyi bir şeyler olacağına dair inancım yok benim artık. Umut denen o şeyi öldürüyorlar sanki. Ben içimde bir yerde yaşıyorum mutlu olduğum zamanları ve gerçeklerin yüzüme vurulması sadece hayallerimi öldürüyor. Hayal kurmuyorsa bir insan yaşamış sayılmaz ve ben de zaman zaman koptuğumu hissediyorum yaşamdan. Sanki içinde bulunduğum hayat bir filmmiş gibi. Kimseden değer görmeyen, hayatı boyunca hiç kimsenin olmazsa olmazı olmamış bir kızın hikayesini anlatan sıkıcı bir film izliyorum sanki. Özlemiyorum da artık çünkü güzel zamanlarımızın sadece benim için güzel ve sadece benim için önemli olduğunu görebiliyorum. Özlemeye değer tek bir an bile geçirmemişiz. Çünkü o orada değilmiş. Tek başıma yaşadığım anılarımı özlemem ben. Derin depresyonda mıyım bilmiyorum aslında. İntihar fikri gelmiyor aklıma ama ne yapacağım hakkında bir fikrim olmuyor bazen. İçimdeki sese göre davranıyorum. Kalbimin sesine artık güvenmiyorum da, aklımın derinlerinden gelen o sesi duyabiliyorum. Mantığımın sesini. Ve o sesin aşktan uzak durmamı söylediğini de...
21 Ekim 2015 Çarşamba
28.07.2015
Denize kıyısı olmayan insanları hiç sevemedim.
Konuşulacak Şeyler-Yüzyüzeyken Konuşuruz
İyi olmanın, merhametli olmanın hatta temiz bir kalbe sahip olmanın suç olduğu bir dünyadayım resmen. Hep iyi olduğumdan geliyor başıma gelenler ve hep iyi olunca kaybediyorum, masalların aksine. Gerçekten kötü olmayı denedim. Ama o kadar kısa sürdü ki. Bunu bile beceremiyorum dedim kendi kendime. İyi olmak aptallık benim hayatımda ve duygusal olmak da aptallığın miktarını ikiye katlıyor. Baya baya sevmiyorum kendi kişiliğimi ben ya. Sevemiyorum yani. Çünkü canı yanan ve daha çok düşünen olmaktan yoruldum. Elimde olsa tek bir an tutmam şu özelliklerimi kendimde, bası gitsinler. Ya biraz da ben kötü olayım, biraz da beni sevsinler, bana saygı duysunlar biraz da. Bir şeyi söylerken on kez düşünmeyeyim, bırakayım kırılan kırılsın. Arkama dönüp bakmayayım bir kere bile. Hayatımı en derinden etkileyemesin benden başka bir şey. Sevmeyeyim insanları, beni ne kadar severlerse sevsinler kendimi daha çok seveyim, en çok kendime saygı duyayım. Cidden iyi kalpli olmak falan yaramıyor bana. Duygularımı aldırmam lazım. Bunlar bana birkaç beden büyük çünkü.
'Dünya'nın Yazısı
Şu başlangıç yazılarını çok beceremedim hayatım boyunca. Kısa bir merhaba yazısıyla başlamak istiyorum yine de.
Aklıma birdenbire gelmiş değil, aklımın bir köşesinde hep vardı bir blog açma fikri. Ancak korkuyordum hislerimi, düşüncelerimi dış dünyaya yansıtmaktan. Birkaç ay önce, bu işe girişirken hiç düşünmemiştim bu kadar sürebileceğini ve hatta bitebileceğini. Üzerinde sadece birkaç aylık emeğimin olduğu romanı sonunda bitirebildim. Üzerimde ağır bir hüznü taşıyan mutluluk bulutuyla geziyorum sanki. Çok sevdiğim tüm o karakterleri artık yazmayacak olmak üzüyor beni. Yine de o dünyada hala hayatlarına devam ettiklerini hissedebiliyorum. Yazmayı hiç bırakmayacağım bir gerçek. Ama yine de benim için anlamı büyük bu ilk romanımın. İlk defa bitirebildim başladığım bir şeyi. İlk defa düşünmedim, şöyle yazmasa mıydım acaba diye.
Roman olayı ve atölyede aldığım beğeniler sayesinde giriştim böyle bir işe. Blog yazmaya başka türlü cesaret edemezdim herhalde. Yazdıklarımı sesli okumanın korkutucu olmaktan ziyade rahatlatıcı ve hatalarımı görmemi sağlayan bir şey olduğunu fark ettim. Madem sesli okuyabiliyorum, o zaman yazdıklarımı diğer insanların okumasına da müsaade edebilirim diye düşündüm.
Hayatımdan kısaca bahsedecek olursam, Bahçeşehir Üniversitesi Endüstri Mühendisliği 2.sınıf öğrencisiyim. Yazmak denilen şeyden keyif alan, yazdıkça rahatlayan biri olamadım hiç. Kalem denilen aletse yazmaya, çizmeye yarayan bir araç olamadı benim için. Kendimden bir parça gibi yazmak ve gerçekten o an, içimden geldiğinde yazmazsam dev bir kayıp oluyor bu.
Ortaokulda kompozisyon derslerini sevmezdim. Belli bir çerçevenin içinde, duygu barındırmayan, kaskatı ve konusu sert hatlarla çizilmiş bir şeydi kompozisyon. Ben içinden geleni hiç dikkat etmeden yazan biri olarak çok gerilirdim o derslerde. Bunun bir de sınavlarda olanı vardı ki, büyük çile. Önce kompozisyonu yazar, sonra sorulara geçerdim ben. Sırf son anda yazamadığım hiçbir şey içimde kalmasın diye.
Etrafındaki kişilere dertlerini anlatamayan, bu konuda insanlara güvenmekte zorlanan biriyim. Karşıma çıkan insanların etkisiyle olan bir şey bu, öylesine oluşmadı güvensizliğim. "Bir şey yaşamadan bir şey yazamazsın." gibi bir söz etmişti tanıdığım biri. Yani başına bir şey gelmeden, onu yazmaya iten bir şey olmadan yazamıyor insan durduk yere. Hayal kırıklığım, hüznüm, acım ilk 16 yaşımda buldu beni. Öncesinde ufak ufak yazıyordum aslında. Ama 16 yaşımda başladım tüm o sevdiğim yazılara. Birçoğu yok o başlangıçtaki yazıların. Başkasının ellerine terk ettim bir kısmını, bir kısmı parça pinçik bir halde çöp kutusunu boyladı ani hüzünlerimle. Kimseye anlatmadım, denesem belki başarırdım. Ama denemedim. Kağıtları seçtim. Sevgimi, özlemimi, her şeyi yazarak anlattım ben ona. Yüz yüze olduğundan çok daha derin, çok daha anlamlı bir yoldu yazmak. Eskilerden gibi biraz. Siyah beyaz bir öykünün içindeymiş gibi. O yüzdendir ki ben hep yanlış zamanda doğduğuma inanırım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)