21 Ekim 2015 Çarşamba

'Dünya'nın Yazısı

Şu başlangıç yazılarını çok beceremedim hayatım boyunca. Kısa bir merhaba yazısıyla başlamak istiyorum yine de.
Aklıma birdenbire gelmiş değil, aklımın bir köşesinde hep vardı bir blog açma fikri. Ancak korkuyordum hislerimi, düşüncelerimi dış dünyaya yansıtmaktan. Birkaç ay önce, bu işe girişirken hiç düşünmemiştim bu kadar sürebileceğini ve hatta bitebileceğini. Üzerinde sadece birkaç aylık emeğimin olduğu romanı sonunda bitirebildim. Üzerimde ağır bir hüznü taşıyan mutluluk bulutuyla geziyorum sanki. Çok sevdiğim tüm o karakterleri artık yazmayacak olmak üzüyor beni. Yine de o dünyada hala hayatlarına devam ettiklerini hissedebiliyorum. Yazmayı hiç bırakmayacağım bir gerçek. Ama yine de benim için anlamı büyük bu ilk romanımın. İlk defa bitirebildim başladığım bir şeyi. İlk defa düşünmedim, şöyle yazmasa mıydım acaba diye.
Roman olayı ve atölyede aldığım beğeniler sayesinde giriştim böyle bir işe. Blog yazmaya başka türlü cesaret edemezdim herhalde. Yazdıklarımı sesli okumanın korkutucu olmaktan ziyade rahatlatıcı ve hatalarımı görmemi sağlayan bir şey olduğunu fark ettim. Madem sesli okuyabiliyorum, o zaman yazdıklarımı diğer insanların okumasına da müsaade edebilirim diye düşündüm.
Hayatımdan kısaca bahsedecek olursam, Bahçeşehir Üniversitesi Endüstri Mühendisliği 2.sınıf öğrencisiyim. Yazmak denilen şeyden keyif alan, yazdıkça rahatlayan biri olamadım hiç. Kalem denilen aletse yazmaya, çizmeye yarayan bir araç olamadı benim için. Kendimden bir parça gibi yazmak ve gerçekten o an, içimden geldiğinde yazmazsam dev bir kayıp oluyor bu. 
Ortaokulda kompozisyon derslerini sevmezdim. Belli bir çerçevenin içinde, duygu barındırmayan, kaskatı ve konusu sert hatlarla çizilmiş bir şeydi kompozisyon. Ben içinden geleni hiç dikkat etmeden yazan biri olarak çok gerilirdim o derslerde. Bunun bir de sınavlarda olanı vardı ki, büyük çile. Önce kompozisyonu yazar, sonra sorulara geçerdim ben. Sırf son anda yazamadığım hiçbir şey içimde kalmasın diye.
Etrafındaki kişilere dertlerini anlatamayan, bu konuda insanlara güvenmekte zorlanan biriyim. Karşıma çıkan insanların etkisiyle olan bir şey bu, öylesine oluşmadı güvensizliğim. "Bir şey yaşamadan bir şey yazamazsın." gibi bir söz etmişti tanıdığım biri. Yani başına bir şey gelmeden, onu yazmaya iten bir şey olmadan yazamıyor insan durduk yere. Hayal kırıklığım, hüznüm, acım ilk 16 yaşımda buldu beni. Öncesinde ufak ufak yazıyordum aslında. Ama 16 yaşımda başladım tüm o sevdiğim yazılara. Birçoğu yok o başlangıçtaki yazıların. Başkasının ellerine terk ettim bir kısmını, bir kısmı parça pinçik bir halde çöp kutusunu boyladı ani hüzünlerimle. Kimseye anlatmadım, denesem belki başarırdım. Ama denemedim. Kağıtları seçtim. Sevgimi, özlemimi, her şeyi yazarak anlattım ben ona. Yüz yüze olduğundan çok daha derin, çok daha anlamlı bir yoldu yazmak. Eskilerden gibi biraz. Siyah beyaz bir öykünün içindeymiş gibi. O yüzdendir ki ben hep yanlış zamanda doğduğuma inanırım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder