2 Ağustos 2017 Çarşamba

02.08.2017

Yolda filden bir masal öğrendim. Masala göre bütün yıldızlar sırayla evreni aydınlatırmış. Gündüzleri bu işi güneş yaparmış ama gece olunca sıra Ay'a gelmiş. Ay kabul etmemiş, sıra annemde demiş. Annesi, kardeşlerini besleyebilmek için hamur yoğuruyormuş. "Kızım," demiş, "ellerim hamurlu benim yerime sen aydınlat bu gece." Ama Ay yine direnince annesi, sinirli elleriyle sıkıştırmış Ay'ın yüzünü. Ay hamura bulanmış. Yüzünü ne kadar yıkarsa yıkasın Su, Ay'ın annesinden korktuğu için lekeleri temizlememiş. Ay'ın yüzündeki lekeler bundanmış. İşte o gün Ay, Su'ya küsmüş.
                                                                                                    Aydan Gelen Fil-Can Kazaz



Etrafınızda kimse hiç “Neden kendini suçluyorsun?” dedi mi? Kendinizi sorumlu tutmanız garip geldi mi peki insanlara hiç? “Senin suçun değil.” lafını kaç kere duydunuz ömrünüzde? Ya da kaç kere kurdunuz aynı cümleyi birilerine? Birinin yaşadığı şeyden sorumlu olup olmadığına ne zamandan beri başkaları karar verir oldu?

Yaşadığımız her şeyden, çok ciddiyim istisnasız her şeyden sorumluyuz. Bu suçlu olduğumuzu göstermez. Suçlu olmakla sorumlu olmanın birbirine karıştırıldığı, aynı şey olarak düşünüldüğü bir dünyada yaşıyoruz. Bir şeyin sorumluluğunu kabul etmek sizin suçlu olduğunuzu hiç göstermedi ki. Biz bunu böyle görmeye alıştık. Bir şekilde alıştık, alıştırıldık, herkes böyle davranmaya başladı. Kim başlattı bu akımı bilmiyorum ama birilerinin bitirmesi gerekiyor. Bakış açımızın değişmesi lazım.

Kendini suçlamamalı insan ama ben bundan sorumlu değilim lafı çocukluktan başka bir şey değil. Çocukluk yapmayı özlediğimizi biliyorum. Yine de bu tarz çocukluklar çocukların bile yapmayacağı derecede rahatsız şeyler. Sorumluluktan kaçıyoruz. Kolayımıza geliyor kaçmak. Oysa yaşadığımız her şeyin üstünde bir sorumluluk barındırıyoruz.

Öte yandan sorumluluk almadıkça bencilleşiyoruz, sorumluluk aldıkça ise kendimiz dışında her şeyi düşünür hale geliyoruz. Birbirinden tamamen alakasız iki şeyi birbiriyle öyle bağdaştırıyoruz ki hep bir bütünlermiş, hep öyle süregelmiş gibi davranmaya başlıyoruz. Onları birbirine karıştıran biziz. Yaşadıklarımızın sorumluluğunu üstlenerek kendimizi de düşünmemiz lazım.

Bencil olmayı beceremeyen biri olarak aklımı kurcalayan şey de bu zaten. Kendimizi düşünmüyoruz. Hayatımız boyunca etrafımızda dönen şeyleri, çevremizdeki insanları düşünmekten kendimizi unutuyoruz. Tek başımıza bir şey yapamayacağımıza, o insanlara muhtaçlığımıza kendimizi inandırıp gerçekten de kendi başımıza bir şey beceremiyoruz. Bir yerden bir yere tek başımıza gitmek bile bize işkence gibi geliyor. Yalnızlıktan kaçıyoruz, korkuyoruz. Oysa gerçek anlamda yalnız geldiğimiz bir hayatı yaşıyoruz. En sonunda her şekilde sadece bize kendimizin kalacağını içten içe biliyoruz. Öyleyse neden bize kalacak tek şeyi hiç düşünmüyoruz? Bu kadar mı önemli o insanlar aslında ve bu kadar mı önemsiz, değersiziz biz? En çok düşünmemiz gereken şeyi neden en sona koyuyoruz öncelik sıramızda? Hatta bazen neden hiç adımız bile geçmiyor o listede?

Çoğu kişisel gelişim kitabının da dediği gibi kendinizle zaman geçirin diyecek değilim. Sadece, düşünmemiz lazım aslında. Kendimize birkaç saat ayırmamıza bile gerek yok bunun için. Tek bir an bile tüm günümüze yetebilecek kadar düşünmemiz lazım. O vapura yetişebilir miyim, o derse geç kalır mıyım ya da sabah bu saatte uyanır mıyım diyoruz. Bunları düşünebiliyorken, hayatımızdaki şeyler hakkında en az bir kere düşünmüşken yıllardır var olan kendimizi neden hiç düşünmüyoruz? Üstelik bunun için vakte bile ihtiyacımız yok. Bir anımızı kendimizi düşünmeye harcasak bize katacağı bir ton şey olduğuna eminim. Bir karar verirken, hayatımızda bir şeyi değiştirirken tek bir an kendimizi düşünmemiz lazım. Yapmazsak en sonunda elimizde kendimiz de kalmayacağız çünkü.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder