Yolda filden bir masal öğrendim. Masala göre bütün yıldızlar sırayla evreni aydınlatırmış. Gündüzleri bu işi güneş yaparmış ama gece olunca sıra Ay'a gelmiş. Ay kabul etmemiş, sıra annemde demiş. Annesi, kardeşlerini besleyebilmek için hamur yoğuruyormuş. "Kızım," demiş, "ellerim hamurlu benim yerime sen aydınlat bu gece." Ama Ay yine direnince annesi, sinirli elleriyle sıkıştırmış Ay'ın yüzünü. Ay hamura bulanmış. Yüzünü ne kadar yıkarsa yıkasın Su, Ay'ın annesinden korktuğu için lekeleri temizlememiş. Ay'ın yüzündeki lekeler bundanmış. İşte o gün Ay, Su'ya küsmüş.
Aydan Gelen Fil-Can Kazaz
Etrafınızda kimse hiç “Neden kendini suçluyorsun?”
dedi mi? Kendinizi sorumlu tutmanız garip geldi mi peki insanlara hiç? “Senin
suçun değil.” lafını kaç kere duydunuz ömrünüzde? Ya da kaç kere kurdunuz aynı
cümleyi birilerine? Birinin yaşadığı şeyden sorumlu olup olmadığına ne zamandan
beri başkaları karar verir oldu?
Yaşadığımız her şeyden, çok ciddiyim istisnasız her
şeyden sorumluyuz. Bu suçlu olduğumuzu göstermez. Suçlu olmakla sorumlu olmanın
birbirine karıştırıldığı, aynı şey olarak düşünüldüğü bir dünyada yaşıyoruz. Bir
şeyin sorumluluğunu kabul etmek sizin suçlu olduğunuzu hiç göstermedi ki. Biz
bunu böyle görmeye alıştık. Bir şekilde alıştık, alıştırıldık, herkes böyle
davranmaya başladı. Kim başlattı bu akımı bilmiyorum ama birilerinin bitirmesi
gerekiyor. Bakış açımızın değişmesi lazım.
Kendini suçlamamalı insan ama ben bundan sorumlu
değilim lafı çocukluktan başka bir şey değil. Çocukluk yapmayı özlediğimizi
biliyorum. Yine de bu tarz çocukluklar çocukların bile yapmayacağı derecede
rahatsız şeyler. Sorumluluktan kaçıyoruz. Kolayımıza geliyor kaçmak. Oysa
yaşadığımız her şeyin üstünde bir sorumluluk barındırıyoruz.
Öte yandan sorumluluk almadıkça bencilleşiyoruz,
sorumluluk aldıkça ise kendimiz dışında her şeyi düşünür hale geliyoruz.
Birbirinden tamamen alakasız iki şeyi birbiriyle öyle bağdaştırıyoruz ki hep
bir bütünlermiş, hep öyle süregelmiş gibi davranmaya başlıyoruz. Onları
birbirine karıştıran biziz. Yaşadıklarımızın sorumluluğunu üstlenerek kendimizi
de düşünmemiz lazım.
Bencil olmayı beceremeyen biri olarak aklımı
kurcalayan şey de bu zaten. Kendimizi düşünmüyoruz. Hayatımız boyunca
etrafımızda dönen şeyleri, çevremizdeki insanları düşünmekten kendimizi
unutuyoruz. Tek başımıza bir şey yapamayacağımıza, o insanlara muhtaçlığımıza
kendimizi inandırıp gerçekten de kendi başımıza bir şey beceremiyoruz. Bir
yerden bir yere tek başımıza gitmek bile bize işkence gibi geliyor.
Yalnızlıktan kaçıyoruz, korkuyoruz. Oysa gerçek anlamda yalnız geldiğimiz bir
hayatı yaşıyoruz. En sonunda her şekilde sadece bize kendimizin kalacağını
içten içe biliyoruz. Öyleyse neden bize kalacak tek şeyi hiç düşünmüyoruz? Bu
kadar mı önemli o insanlar aslında ve bu kadar mı önemsiz, değersiziz biz? En
çok düşünmemiz gereken şeyi neden en sona koyuyoruz öncelik sıramızda? Hatta
bazen neden hiç adımız bile geçmiyor o listede?
Çoğu kişisel gelişim kitabının da dediği gibi
kendinizle zaman geçirin diyecek değilim. Sadece, düşünmemiz lazım aslında. Kendimize
birkaç saat ayırmamıza bile gerek yok bunun için. Tek bir an bile tüm günümüze
yetebilecek kadar düşünmemiz lazım. O vapura yetişebilir miyim, o derse geç
kalır mıyım ya da sabah bu saatte uyanır mıyım diyoruz. Bunları
düşünebiliyorken, hayatımızdaki şeyler hakkında en az bir kere düşünmüşken
yıllardır var olan kendimizi neden hiç düşünmüyoruz? Üstelik bunun için vakte
bile ihtiyacımız yok. Bir anımızı kendimizi düşünmeye harcasak bize katacağı
bir ton şey olduğuna eminim. Bir karar verirken, hayatımızda bir şeyi
değiştirirken tek bir an kendimizi düşünmemiz lazım. Yapmazsak en sonunda
elimizde kendimiz de kalmayacağız çünkü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder