Sıkıntıdan
mecburen düşününce,
Palyaçolar
çok da komik değilmiş.
Üzgünüm, Bu Defa Pek Hoş Değil Konu- İkiye On Kala
Birinci planda olmak? Ya da ikinci? Bir şeyleri
öncelik sırasına dizmemizi anlayabiliyorum. Bundan normal bir durum yok zaten.
Daha sonraya yetişmesi gereken bir işi erteleyip son dakikada çıkan bir şeyi
yapıyor olmamız asıl mantıklı olan. Öncelik sıralarımız, beklediğimiz
sonuçlardan hangisinden memnun olacağımız, tüm bunlar aslında hepimizin içinde
bambaşka tasvirlerde şekilleniyor.
İşleri öncelik sırasına koymayı anlıyorum da,
insanları öncelik sırasına göre dizmeyi bir türlü çözemedim. Hani bazı şeyler
vardır, insan asla beceremez, öğrenemez. Her şeyi öğrenebiliriz diye bir kural
asla yaratılmadı zaten. İşte ben de o çizgilerle çizilmiş sınırlarına ve
koşullarına rağmen bir türlü öğrenemedim insanları nasıl hayatımda öncelik
sırasına koyacağımı. Kimin öne gelmesinin şart olduğunu bir türlü anlayamadım.
Bunun aslında iyi bir şey olduğunu, böylelikle diğer
insanlar gibi bazı kişilere hayatında hiç şans vermeden devam etmeyeceğimi
falan düşünebilirsiniz. İyi bir şey gibi görünüyor dışarıdan bakıldığında.
Çünkü gerçekten kimseyi ayırmadan, herkese eşit şekilde yaklaşmış oluyor insan.
Ama ancak herkes böyle olursa yürüyebilecek bir düzen bu. Kimsede insanları
önem sırasına göre dizen bir anlayış olmaması lazım bunun için. Oysa biz her
şeyi en sevdiğimiz diye bile ayırıyoruz.
Bir düşünsenize, en sevdiğimiz renk diye bir kavram var.
En sevdiğimiz sayı, en sevdiğimiz gün, en sevdiğimiz yemek ve bir ton en
sevdiğimiz şeye öylece karar veriyoruz. Bizim sevdiklerimiz dışındakilerin
hepsi kötüymüş gibi, sevilme şansını bile tanımıyoruz bazı şeylere. Tuhaf. En
sevdiğim şeylere asla cevap veremedim ben. İlla söylemem gereken bir şey olursa
rastgele söyledim her şeyi. Bir gün 7 dediğim sayı başka bir gün 4 oldu.
Pazartesiyi severken hava o gün içimi açtığı için Çarşambayı seven biri oldum.
Neden bu kadar keskin sınırlar çiziyoruz etrafımıza?
Neden öylece ayırıyoruz hayatımızdaki insanları önceliklerimiz diye? Hiç
ayıramadım, bunu “Ayıramam ben, herkesi eşit seviyorum.” anlamında
söylemiyorum. Beceremedim. Yanlış bir sıra oluşturdum her seferinde. Yanlış
oluşturduğumuz sıralar bizim de başkalarının hayatındaki sıramızı
kaydırıyormuş, bunu öğrendim. Domino taşı gibi bir nevi. Eğer siz sırayı
kaybederseniz başka birinin sırasında her şey üzerinize yıkılabiliyormuş.
Bir şekilde öncelikler listesine girmek var, o zaten
ayrı bir külfet. Peki hiç, birinin öncelik listesine bile girmemiş hissettiniz
mi? Öylece o listeye yeni şeyler gelmiş ve siz alt sıralara falan
düşmemişsiniz, direk raftan düşmüşsünüz gibi? Düşüşünüzün sadece sizde ses
yaptığını, o insanda tek bir yaprak bile kımıldamamış gibi her şeyin aynı devam
ettiğini hissettiniz mi? Merakımdan ya da tavsiye vereceğimden sormuyorum bunu.
Çünkü bu durumda ne yapılması gerektiğini inanın gram bilmiyorum. Her konuda
bir fikrim var, sırf bu yüzden çok konuşan biri oldum çıktım. Çoğu konuda bir
fikrim var çünkü fikir edinmeyi seviyorum. Yanlış ya da doğru, bir konuyla
ilgili “Bir yerde şunu duydum.” demek aşırı mutlu ediyor beni. Çünkü konudan
bihaber değilim. Çünkü kendimi tamamen yabancı hissedeceğim bir ortam yok.
Yabancı hissettiğim her yerden koşarak uzaklaştım hep.
Buradan da öylece koşarak uzaklaşmak istiyorum işte.
Bu hissettiğim şeye nasıl karşılık vermem gerektiğini bilmiyorum. Bir an sesim
kısık çıkıyor başka bir an sinirle haykırıyorum. Bir an oturup ağlamak isterken
sinirden gülesim geliyor. İçimde bu his yüzünden dev bir çukur oluştu. Çukuru
dolduramayıp iki ayrı uçtan birçok şey hissediyorum. İçimdeki çukurun dolması
ya da en azından güvenle üstünde kalabileceğim bir köprünün kurulması
dileğiyle. Zira artık günümüz kalpleri arasında kurulan köprülerin sağlamlığına
hiç inanamıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder