11 Aralık 2015 Cuma

11.12.2015




İklim değişimine inanmayan kuşlar göç etmeden buluşalım
Konuşacak hiçbir şey bulamazsak senin çekik gözlerinden konuşalım
                                                              Konuşulacak Şeyler-Yüzyüzeyken Konuşuruz


Üzülmek, acı çekmek için tek bir sebebi olmadığı halde üzülen insanlarız biz. Mutlu olunacak zamanlarda bile mutsuzluğa bahane arıyoruz. Kimse tarafından sevilmiyor olmak, yani o anlamda işte, bu bile bizim için yeterince büyük bir sebeptir. Aslında düşündüm de, bu zaten büyük bir sebep. "Bizim için"i falan yok bunun.
Yeni çıkacak bir Ahmet Batman kitabı, kargodan gelecek kitapları beklemek, kargo poşetini açmak... Bunlar benim için gayet büyük mutluluklar öte yandan. Eksikliğini duyduğum ve muhtemelen hayatım boyunca da duymaya devam edeceğim, çünkü hiç bilmeyince insan anlamıyor da, sevilme duygusu tüm bu sevinçlerimi gölgeleyebilecek kadar güçlü. Yaşamadığım, hissetmediğim bir duygunun tüm hayatımı etkilemesi de fazlasıyla ironik olsa gerek. Kendi içinde bile çatışan, hatta bazen kendine bile katlanamayan biriyken gelip de bana katlanacak adamı çok merak ediyorum açıkçası. Sevecek miyim ben de? Bilmiyorum. Umarım severim, severiz ikimiz de. Olur da gelirse diye;
Hoşgeldin adam. Yaralarımı sar, sağlamlaştır sargılarımı. Sıkı sıkı sar ki, temeli sağlam olsun sevdanın. Küçük bir sarsıntıda başımıza yıkılmasın.

25 Kasım 2015 Çarşamba

25.11.2015

















Bekle dedi gitti
Ben beklemedim o da gelmedi
Ölüm gibi bir şey oldu ama
Kimse ölmedi
                                  Özdemir ASAF


Nasıl kurtulacağım bundan? Şu içimi kemirip duran, her seferinde ortaya çıkan, söndüremediğim histen nasıl kurtulacağım? Geçecek mi bu? Umursamadığım, herkesle aynı seviyede gördüğüm zamanlar gelecek mi?
Birinin hayatında olma ihtimaliniz bile yoksa olmayışı daha çok acıtır. Varlığınızdan bihaber birini kendi küçük, parmaklıklı dünyanızdan izlemek üzer insanı. Başaramayacaksınızdır, dikkatini çekmeniz mümkün değildir. Zaten ondandır filmler için başta hayal ürünü diye yazmaları. Ne zaman gerçek olmuştur o çocuğun o kızı bulduğu? Ne zaman bırakmıştır o adam güzel sevgilisini sırf diğerinin kalbi güzel diye? Hangi Playboy normalde Kezban deyip geçeceği kızın aşkından pervane olur ki? Hayal ürünü, hepsi bu.
Öyle bir dünya olsa; kötüler hep mutsuz olur, iyilerse mutluluğu dibine kadar yaşardı, Öyle bir dünyada olsak; alışkanlığımız olan ve artık zevk aldığımız o acıları kötüler çeker, bizler saf ve lüzumsuz mutlulukla boğulurduk. Yani öyle bir dünyada yine kötüler kazanırdı. Çünkü acılara dayanabilen insan en güzel mutlu olabilendir aslında. En güzel o güler, en küçük şeylere sevinebilir. Acı çekebilmek bir ceza değil işte, ödül. Yani biz mutlulukla cezalandırılırdık.
Acı çekebildiğim için sevinmek ne derece doğru bilmesem de, şu sıralar hali hazırda bir acım yok. Eski acıları ısıtıp ısıtıp önüme koymak da istemiyorum. Boşlukta gibiyim sanki. Her seferinde beni biri kurtarsın istiyorum ama her geleni de itiyorum belki. Daha çok bilebilmeyi isterdim. Daha çok iletişim kurabilmeyi, daha yakın olmayı insanlara, belki de daha rahat olmayı. Bilmek isterdim işte. O etrafından bir kişi eksik olmayan insanların herkese ne yaptığını, nasıl yalnız olmadıklarını. Boşluk hissi hiç güzel değil çünkü ve insan bazen birilerini istiyor yanında.

19 Kasım 2015 Perşembe

18.11.2015







Kalksam duraktan dolmuş gibi
Arka koltukta unutulmuş gibi
Terliklerimle gelsem sana
Sonunda aşkı bulmuş gibi
           Eksik Bir Şey-Ezginin Günlüğü





Aklımdan çıkmıyor ki. "Aklım çıkacak, o çıkmıyor." derler ya. Öyle işte. Karman çorman bir döngüdeyim ve bu sefer zararda değilim. Aşık olmayınca zarar oranınız azalıyor. Ama bir şeyler hissetmenin yarattığı ağırlık da var tabi. Geçmişten gelen bir şey mi bu, yani orada kalanların etkisi mi bilmiyorum. Çok küçük olaylar beni aptallık derecesinde etkilediğinden bilemiyorum neye, nereye takılı kaldığımı. Ben insanlarla anı biriktirmeyi seviyorum. Yaşanan en küçük şeyin bile anı olarak kalmasını.
Aksi gibi sevemedim anısız insanları. Anısız olmak yani yaşanan her şeyi bir çırpıda silip atabilmek kabus benim için. Büyük yaşanmışlıkları değil de küçük şeyleri hatırlayan insanları daha samimi buluyorum bir de. Ufak detaylar mutlu eder her insanı çünkü. Aksi gibi hiç tanımadım öyle birini. En küçük detaylara hep ben takıldım. Hep ben üzüldüm öyle olunca. Önemsiz denen şeylerin önemli olması bu bir yandan da. Söylediğim, yaptığım küçük bir şeyin hatırlanması, belki benim bile söylediğimi, yaptığımı fark etmediğim. Böyle bir değere hep hasret kalacakmışım gibi hissediyorum, olsun. Belki şansım döner bir gün. Belki bir gün gerçekten bir değerim olur.

16 Kasım 2015 Pazartesi

16.11.2015



















Akşam vakti, sardı yine hüzünler
Kalbim yangın yeri, gel kurtar beni senden
Akşam vakti, dolaştım sokaklarda
Yırtık bir afiş, seni gördüm duvarda
                                          Sigaramın Dumanına Sarsam-Ezginin Günlüğü


Vazgeçmenin benim için bu denli zor olması resmen kabusum gibi. Bir adamın yanındaki her saniyenin tadını çıkarmaya çalışmam, sırf ona benzediğinden mi gerçekten? Onun yokluğunu böyle mi telafi etmeye çalışıyorum, çalıştım? Çok saçma. Gerçek olmaması gerektiği kadar saçma. Yoksa onunla mı bağlantı kurmaya çalışıyorum? Yeniden birine bir şeyler hissetmemek için ondan kalma bir şeymiş gibi gösteriyorum kendime belki de.
Bir ara şunu düşünürdüm, yazdıklarıma bir şekilde denk gelip okuyan ve bana karşı bir şeyler hisseden biri hiç vazgeçmiş midir sevgisinden? Benim kimseyi sevemeyeceğimi çıkartıp boyun eğmiş midir? Seven insanın vazgeçmemesi taraftarıyım ben. Ben vazgeçmezdim. Onun adına mutlu olmakla aynı şey değil bu. Belki daha ağırı, daha zoru. Ancak yine de yaralarını onarabilmelisin gerçekten seviyorsan. Buna çabalamalısın. Başkasını seviyor beni değil deyip de vazgeçmek sevdaya dahil değil çünkü.

13 Kasım 2015 Cuma

13.11.2015 08:05


















Kaç mevsim aşk pazarında geçti yalanlarla
Düş sattım aldanmışlara
Aklım kaçıverdi yerinden bir gece vaktiydi
Sevdiğim başka sevenim başka
                                                 Düşler Sokağı - Ezginin Günlüğü


Sabahın bu saatinde, üstelik az uyumuş olmama rağmen hiç uykumun olmaması da şaşırtmıyor değil
doğrusu. Beni uyutmayan bir ton şey varken beş buçuk olmadan kalkmamı ise garip bulmuyorum aslında. Garip bulacağım; kaderimdeki kişinin karşıma çıkmış olması ve benim bunu gram anlamamış olmam olurdu. Sağlam bir küfrederdim kendime herhalde. Nasıl göremedim, nasıl anlamamışım diye. Üniversite yıllarımdan biri olmasıysa tek dileğim. Çünkü görmemek için bir sebebim olurdu o zaman, sağlam bir sebep. "Kimseyi o potansiyelle görmüyorum, hayatımdan çekip gitmiş bir adamın yasını tutmakla meşgulüm, o da bunu görmedi çünkü kimseye canımın acısını göstermedim." derdim mesela. Çünkü bilirim, bir başkası için acı çektiğini bildiğin birini sevmenin ne denli zor olduğunu. Yaşadım mı? Bilmiyorum, ama yaşamış olma ihtimalim var. Mesela bir zamanlar seni sevdiğine inandığın birinin, başkasını sevişini görüp de yanıldığını anlamak da çok acıtır. Bunu yaşadım. Karşısında oturdum, kızın ağzını aramayı bile teklif ettim. Gözümün önünde her gün sarıldılar, el ele tutuştular. Ki benim elimi bile tutmamış, tutamamış bir adamken. O aradaki bir senede ne oldu bilmiyorum. Ama eğer beni sevdiyse, sırf daha küçük olduğumuzdan çekindiyse elimi tutmaya; o zaman ben onun canını çok yaktım. O bir yılda çok kırdım kalbini. Çünkü gözünün önünde oldu her şey. Başkası için acı çektim, sürpriz doğum günü düzenledim, el emeği bir hediye verdim ona, ağladım. "Ondan olmaz." dediği o ilk an anlamalıydım, dinlemeliydim sözünü. Asla benim kötülüğüme neden olacak bir şey yapmamıştı. Tanımıştı onu belki de benden daha iyi. Dinlemedim. Aksine, sırf ayrıldığımız için yapıyor bunu dedim, onu sevmedim diye. Ama işte kabullenilmesi gereken bazı şeyleri kabullenseydim, belki o zaman... Neyse.

9 Kasım 2015 Pazartesi

09.11.2015 - vol.2









Hello, can you hear me?
I'm in California dreaming about who we used to be
When we were younger and free
I've forgotten how it felt before the world fell at our feet
                                                                           Hello - Adele






Öyle bir yerdeyim ki şimdi, tek bir fotoğrafına bakarak bir roman yazabilirim. Kendime güvenimden değil, kendime güvenmeyi çok uzun zaman önce bıraktım. Ancak sana hala o kadar çok güveniyorum ki, bu beni deli ediyor. Bile bile sana nasıl güvenebildiğimi düşündükçe şaşkına dönüyorum. Oysa sen gitmiştin. Evet, git demiştim. Yine de bir an bile düşünmedin giderken. Üstelik bana kıyamadığını sanıyordum. Bana hiç kıyamayan adam beni tamamen varlığından bihaber bırakıp gitmişti.
Bizim aramızda eksik bir şeyler vardı. Biz asla beraber olamayacaktık. Bu büyük bir boşluğa yol açıyordu kalplerimiz arasında. Yine de ben bir başkasıyla da olmayacaktım. Bir başkasının adını söylesem sinir oluyordun, anlaşılıyor ki o da bir oyunmuş. Yalanmış ya da. Ne istersen söyle. Sen bir başkasıyla oldun ve inan bir başkasına olan sevgin bana olanı bir nefrete dönüştürmese kabullenecektim. Bunun süreyle, hayatında olma süresiyle ilgisi yok. Bunun emekle ilgisi var. Bizim aramızda hiç kopmayacak bir bağ olduğuna öyle inandırıldım ki, kendimi kandırdığımı öğrenmek beton etkisi yaratmıştı.
Senden asla intikam almayacağım. Bunun için fazla merhametli ya da sabırsız olduğumdan değil de, içten içe üzülmeni istemediğimden. Mutlu ol istiyorum. Bu aptallık gibi görünebilir, hatta gerçekten öyle bile olabilir. Ancak ben gerçekten mutluluğunu istiyorum. Ne kadar aptal olduğumun bir önemi yok.
Anlamadığım tüm o şeylerden biri de nasıl böyle değişebildiğin. Defterime o Kız Kulesini çizen, telefonu kapatmadan önce hiç beklemediğim ve söylemediğim halde "Seni seviyorum." diyen, koluna girmediğimde ısrar eden o adamın nereye gittiği. Ben o adamı unutmak istemiyorum. O adam benim en güzel anım. O adam benim en büyük şansım.

09.11.2015













O zaman hemen git radyoyu aç, bir şarkı tut
Ya da bir kitap oku mutlaka, iyi geliyor
Ya da balkona çık, bağır bağırabildiğin kadar
Zehir dışarı akmadan yürek yıkanmıyor
                                                   Gidemem - Sezen Aksu


Bir zamanlar bir şekilde kalbimden geçmeyi başarmış adamların yara izleri var bende. Dokunmadığım, dokundurmadığım, iyileşmeyecek izler. Asla iyileşmesine izin vermeyeceğim, kalıcı izler. Karşıma kim çıkarsa çıksın iyileştiremeyecek izlerimi. Onlar benim çünkü. Onlar ben'im. Beni olduğum kişiye dönüştürdü her biri. Benliğimi borçluyum onlara ben.
İzleri açan adamları ise izlerinden tanıyorum ancak. Onlarla ne yaşadığım, bana ne dedikleri veya benim onlar için ne hissettiğim önemli olmayan detaylar. İlgilendiğim tek şey açtıkları yaralar. Asla benden gitmeyecek tek şey o yaralar.
Tüm o yaraları açıp da hala çok mutlu, hatta benim hayatlarında olduğum zamanki hallerinden çok çok daha mutlu olmaları beni asıl kıran şimdi. En azından bu aralar buna kafayı takmış durumdayım. Yara açınca daha mı mutlu olur insan? Ceza değil de ödül mü alır? Bunun böyle olduğunu düşünmek dahi istemiyorum. Yara açmaktan asla zevk alamam. Kimseye yapamam bunu. Açamam kimsede rastgele yaralar. Ne kadar acıdığını biliyorum. Kimse bu acıyı çekmemeli.
Çok büyük bir günah işlediğimi de düşünüyorum öte yandan. Bir şey yapmış olmalıyım. Tüm bu yaraların bir sebebi olmalı, her birinin.
Üstelik artık aşık olabileceğim ihtimali de yok benim için. O kadar çok yanlış tercih yaptım ki, matematiksel bir hesaplamayla doğru tercihin benim için neredeyse imkansız olduğunu söyleyebilirim. Sanırım hiç barışmayacağız, aşkla ben yani. Yeniden canımı yakacaksa barışmayalım da zaten.

28 Ekim 2015 Çarşamba

02.03.2014


Sormasaydın söylemezdim ama söylemem gerek
Bazen bir saniye binlerce yıl demek
Zorlama hiç boşuna içinden gelmeli sevmek
Bende bir yürek var ki çocuk var olman gerek
                                               Beni Aldattın - Asya

Günlükten;
Birkaç gün yazmayınca küçük çaplı bir vicdan muhasebesi yaptığım doğrudur. Ama hissettiklerimi anlatmayı beceremem diye korktum işte. Çünkü hissettiklerimi tam anlatamayınca daha kötü hissediyorum.
Leyla ile Mecnun'u neden bu kadar çok sevdiğimi anlıyorum yeni yeni. Farklı olduğu ya da zekayı zorladığı için değil. Bekleyen olduğu için. Çünkü ne bileyim orada herkes birini, bir şeyi bekliyordu. Mecnun Leyla'sını, İsmail babasını, İskender taksisini, Yavuz sevilmeyi, Erdal parayı, dede insanların aşkı bulmasını... Herkesin bir beklediği vardı çünkü. Ben de hep beklediğimi fark ettim. Bazen bir otobüsü, bazen bir dizinin başlama saatini, bazen tenefüs zilini,bazen radyodaki o sonra çıkacak şarkı için reklamları, bazen kantin sırasını... Ben hep bekledim. Ama en çok birilerini... Sevecek birilerini bekledim mesela. Beni sevebilecek sevgimi hak edecek birilerini.
Çok güzel sevdiğimi söyledi bugün tanıdığım birisi. Güzel nasıl sevilir ki? Sevmenin de güzeli çirkini mi var? Seviyorum işte sadece. Hiç düşünmedim ne nitelikte sevdiğimi. Seviyorum kelimesi çok basit gibi geliyor belki ama değil işte. Öyle herkesi sevemiyor insan. Aşık olur, tamam. Etkilenir, aşık oldum der. Çünkü aşık olmak kısa süreli bir şey. "Aşık oluyorum." cümlesi bile aşık olmadan önceki aşamayı anlatıyor çünkü. Ama 'seviyorum' öyle değil. Her gün seviyorum, her gün daha çok. Her gün baştan aşık olmaktan daha değerli bu. Tekrar başa dönmek bir şeyi artırmaz çünkü. Aynı düzeye tekrar getirir ve artamadan, o düzeyi geçemeden başa dönersiniz.
Sevgi bitmiyor. Seviyorum diyoruz mesela, zaman geçince "Artık sevmiyorum." desek de buruluyor içimiz. Bir de şey var tabi. Herkesi aynı sevmiyoruz. Neyse, umarım ileride benim 'güzel' sevgimi hak edecek bir adam çıkar karşıma. Umarım çok sever beni, gerçekten sever. Umarım geçmişi silerim bir gün.

21.10.2015


Ne gemiler yaktım, o kadar yandı ki canım...
                                                        Farkındayım-Sezen Aksu


Kocaman bir su birikintisinin önündeyim şimdi. Hava, dişlerimi birbirine çarptıracak kadar soğuk ve beni uçurup yanına getirecek kadar rüzgarlı. Bu öyle bir rüzgar ki, deniz denilen o büyük suyun koca koca taşlara çarpmasına sebep oluyor. Deniz... Korkarım denizden, yanında durduğuma bakma. İnsanı içine çekecek ve bir daha bırakmayacak bir kuyu gibi. Bir bardağın içine çakıl taşlarını doldurduğunu düşün. Onun gibi bir sesi var denizin işte. Onun kadar masum değil. Yüzünü yıkadığında yüzünde kalan su damlacıkları gibi, denizin damlaları da rüzgarla çarpıyor yüzüme. Deniz soğuk. İçsen kalbine kadar yakar içini, öyle tuzlu. O yüzdendir ki, yakınında olmak huzur vermiyor bana hiç. Girdaba takılıp kalmaktan korkuyorum burada.

23 Ekim 2015 Cuma

15.01.2014



Birinin sesini duymak bazen en önemli şey olabiliyor.
                                                                           Ahmet Batman

Sesini sevdiğimiz insanlar vardır, sesinden öpmek istediğimiz insanlar... Bir de tutulmayan sözler... Aslında normalde birbiriyle pek alakası olmayan şeyler bunlar ama eğer bir insan sizi arayacağına söz verdiyse bir bütün oluyorlar. Kim bilir, belki bir işi çıkmıştır, telefonu bozulmuştur, müsait olamamıştır bir türlü. Belki de ölmüştür. Hemen kötü düşünmek de olmaz ama ne demişler; "Hayallerin ne kadar büyük olursa, hayal kırıklığın da o kadar gürültülü olur."

Benim hayal kırıklığım çok ses çıkarmadı öyle. İnletmedi sesi yeri göğü. Ama kendi içimden duydum o kırılma sesini ben. Hani bir cam düşer ve yere değer değmez tuzla buz olur ya. Hayaller de cam gibi işte. Tuzla buz oluyor kırılınca ve parçaları da birleşmiyor. Yani aynı hayali bir kez daha kuramıyorsun. Yerdeki parçalar da zaten karışmış, bir yapbozun parçaları gibi tamamlayamıyorsun.

İnsanlara izin verdiğimiz sürece kırıyorlar kalbimizi. İçimizi onlara açtığımız sürece saltanatları. Anlamıyorlar, bilmiyorlar, farkında değiller hiçbir şeyin. O yüzden izin vermeyelim işte. Açmayalım içimizi sonuna kadar. Çünkü en son ve en çok üzülen de biz oluyoruz sonra. Tüm acı birikip bize patlıyor.

22 Ekim 2015 Perşembe

28.07.2015 - vol.2


Bilgi: Derin depresyonda olan ve ara ara intihardan bahseden kişiler neşeli bir döneme girerlerse psikolojide bunun intihar habercisi olabileceği düşünülür. Çünkü karar alınmıştır. Acı bitmiştir.
                                                                                                                     (İnternet)


Geçeceğini bildiğin halde canını acıtır bazen bazı şeyler. Biliyorsundur az zaman kalmıştır geçmesine, belki de o yüzden çok yanar canın. Aşk değil sanki bu ve kimseye anlatamıyor olmak yakıyor canımı. Tüm acıyı içime atmaktan yoruldum. Ama kime anlatırsam anlatayım yargılanacağımı biliyorum. Ve benim iyiliğim için söylenen lafların, acının üzerine tuz bastığını. Bitecek tüm acı ama buna alışmışken çok da hissetmiyorum canımın yandığını. Yeni bir acının başlamasından korkuyorum belki de. Belki de iyi bir şeyler olacağına dair inancım yok benim artık. Umut denen o şeyi öldürüyorlar sanki. Ben içimde bir yerde yaşıyorum mutlu olduğum zamanları ve gerçeklerin yüzüme vurulması sadece hayallerimi öldürüyor. Hayal kurmuyorsa bir insan yaşamış sayılmaz ve ben de zaman zaman koptuğumu hissediyorum yaşamdan. Sanki içinde bulunduğum hayat bir filmmiş gibi. Kimseden değer görmeyen, hayatı boyunca hiç kimsenin olmazsa olmazı olmamış bir kızın hikayesini anlatan sıkıcı bir film izliyorum sanki. Özlemiyorum da artık çünkü güzel zamanlarımızın sadece benim için güzel ve sadece benim için önemli olduğunu görebiliyorum. Özlemeye değer tek bir an bile geçirmemişiz. Çünkü o orada değilmiş. Tek başıma yaşadığım anılarımı özlemem ben. Derin depresyonda mıyım bilmiyorum aslında. İntihar fikri gelmiyor aklıma ama ne yapacağım hakkında bir fikrim olmuyor bazen. İçimdeki sese göre davranıyorum. Kalbimin sesine artık güvenmiyorum da, aklımın derinlerinden gelen o sesi duyabiliyorum. Mantığımın sesini. Ve o sesin aşktan uzak durmamı söylediğini de...

21 Ekim 2015 Çarşamba

28.07.2015


Denize kıyısı olmayan insanları hiç sevemedim.
                                                      Konuşulacak Şeyler-Yüzyüzeyken Konuşuruz


İyi olmanın, merhametli olmanın hatta temiz bir kalbe sahip olmanın suç olduğu bir dünyadayım resmen. Hep iyi olduğumdan geliyor başıma gelenler ve hep iyi olunca kaybediyorum, masalların aksine. Gerçekten kötü olmayı denedim. Ama o kadar kısa sürdü ki. Bunu bile beceremiyorum dedim kendi kendime. İyi olmak aptallık benim hayatımda ve duygusal olmak da aptallığın miktarını ikiye katlıyor. Baya baya sevmiyorum kendi kişiliğimi ben ya. Sevemiyorum yani. Çünkü canı yanan ve daha çok düşünen olmaktan yoruldum. Elimde olsa tek bir an tutmam şu özelliklerimi kendimde, bası gitsinler. Ya biraz da ben kötü olayım, biraz da beni sevsinler, bana saygı duysunlar biraz da. Bir şeyi söylerken on kez düşünmeyeyim, bırakayım kırılan kırılsın. Arkama dönüp bakmayayım bir kere bile. Hayatımı en derinden etkileyemesin benden başka bir şey. Sevmeyeyim insanları, beni ne kadar severlerse sevsinler kendimi daha çok seveyim, en çok kendime saygı duyayım. Cidden iyi kalpli olmak falan yaramıyor bana. Duygularımı aldırmam lazım. Bunlar bana birkaç beden büyük çünkü.

'Dünya'nın Yazısı

Şu başlangıç yazılarını çok beceremedim hayatım boyunca. Kısa bir merhaba yazısıyla başlamak istiyorum yine de.
Aklıma birdenbire gelmiş değil, aklımın bir köşesinde hep vardı bir blog açma fikri. Ancak korkuyordum hislerimi, düşüncelerimi dış dünyaya yansıtmaktan. Birkaç ay önce, bu işe girişirken hiç düşünmemiştim bu kadar sürebileceğini ve hatta bitebileceğini. Üzerinde sadece birkaç aylık emeğimin olduğu romanı sonunda bitirebildim. Üzerimde ağır bir hüznü taşıyan mutluluk bulutuyla geziyorum sanki. Çok sevdiğim tüm o karakterleri artık yazmayacak olmak üzüyor beni. Yine de o dünyada hala hayatlarına devam ettiklerini hissedebiliyorum. Yazmayı hiç bırakmayacağım bir gerçek. Ama yine de benim için anlamı büyük bu ilk romanımın. İlk defa bitirebildim başladığım bir şeyi. İlk defa düşünmedim, şöyle yazmasa mıydım acaba diye.
Roman olayı ve atölyede aldığım beğeniler sayesinde giriştim böyle bir işe. Blog yazmaya başka türlü cesaret edemezdim herhalde. Yazdıklarımı sesli okumanın korkutucu olmaktan ziyade rahatlatıcı ve hatalarımı görmemi sağlayan bir şey olduğunu fark ettim. Madem sesli okuyabiliyorum, o zaman yazdıklarımı diğer insanların okumasına da müsaade edebilirim diye düşündüm.
Hayatımdan kısaca bahsedecek olursam, Bahçeşehir Üniversitesi Endüstri Mühendisliği 2.sınıf öğrencisiyim. Yazmak denilen şeyden keyif alan, yazdıkça rahatlayan biri olamadım hiç. Kalem denilen aletse yazmaya, çizmeye yarayan bir araç olamadı benim için. Kendimden bir parça gibi yazmak ve gerçekten o an, içimden geldiğinde yazmazsam dev bir kayıp oluyor bu. 
Ortaokulda kompozisyon derslerini sevmezdim. Belli bir çerçevenin içinde, duygu barındırmayan, kaskatı ve konusu sert hatlarla çizilmiş bir şeydi kompozisyon. Ben içinden geleni hiç dikkat etmeden yazan biri olarak çok gerilirdim o derslerde. Bunun bir de sınavlarda olanı vardı ki, büyük çile. Önce kompozisyonu yazar, sonra sorulara geçerdim ben. Sırf son anda yazamadığım hiçbir şey içimde kalmasın diye.
Etrafındaki kişilere dertlerini anlatamayan, bu konuda insanlara güvenmekte zorlanan biriyim. Karşıma çıkan insanların etkisiyle olan bir şey bu, öylesine oluşmadı güvensizliğim. "Bir şey yaşamadan bir şey yazamazsın." gibi bir söz etmişti tanıdığım biri. Yani başına bir şey gelmeden, onu yazmaya iten bir şey olmadan yazamıyor insan durduk yere. Hayal kırıklığım, hüznüm, acım ilk 16 yaşımda buldu beni. Öncesinde ufak ufak yazıyordum aslında. Ama 16 yaşımda başladım tüm o sevdiğim yazılara. Birçoğu yok o başlangıçtaki yazıların. Başkasının ellerine terk ettim bir kısmını, bir kısmı parça pinçik bir halde çöp kutusunu boyladı ani hüzünlerimle. Kimseye anlatmadım, denesem belki başarırdım. Ama denemedim. Kağıtları seçtim. Sevgimi, özlemimi, her şeyi yazarak anlattım ben ona. Yüz yüze olduğundan çok daha derin, çok daha anlamlı bir yoldu yazmak. Eskilerden gibi biraz. Siyah beyaz bir öykünün içindeymiş gibi. O yüzdendir ki ben hep yanlış zamanda doğduğuma inanırım.